Bir gün Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin, kuvvetleri hakkında münâkaşa etmişler ve Rasûlüllah Efendimiz’in huzuruna gelerek:
“Biz ikimiz de birbirimizden daha kuvvetli olduğumuzu iddiâ ediyoruz. Sizin huzurunuzda güreşelim de karar verin, hakîkat meydana çıksın…” demişler. Onun üzerine Efendimiz:
“Nasıl olur? Güreşmek size yakışır mı? Daha iyisi, ikiniz de yazı yazıp bana getirin. Hanginizinki daha iyi ise bahsi o kazansın…” buyurmuştur.
Çocuklar yazdıkları yazıyı Efendimiz’e getirmişler. Fakat Efendimiz: “Benim güzel yazıyı seçmek hususunda o kadar isâbetim yoktur. Siz bu yazıyı alın da babanıza götürün,” buyurarak, birini diğerine tercih etmeksizin çocukları Hazret-i Ali’ye göndermişler.
Hazret-i Ali de:
“Ben yazıdan anlamam, annenize götürün,” demiş.
Hazret-i Fâtıma’ya götürdükleri zaman:
“Çocuklarım, bir dizi incim var. Bunu koparıp yere atayım. Hanginiz daha fazla toplarsanız o gâlip gelmiş olsun,” demiş ve inciyi kopararak yere dökmüş. Bu esnâda yüce Allah, Cebrâil Aleyhisselâm’a emrederek:
“Git, incileri müsâvî şekilde iki kısma ayır,” buyurmuş ve neticede Hazret-i Haşan ile Hazret-i Hüseyin’in ellerinde eşit miktarda inci kalmış.
İşte bu kadar cilve ve muhabbete mazhar olmuş o sultanların bir de âkibet-lerini düşünün ve unutmayın ki, hiçbir şey hikmetten hâlî değildir. Hazret-i Hüseyin isteseydi, bir emri ile Yezid ordusunu perîşan edebilirdi. Fakat o sultanlar takdîr-i İlâhiye karşı koymazlar.