Büyük hikâyeci Ömer Seyfettin, İkinci Dünya Harbi yıllarında öğretmendir. Bir ara öğretmenler odasında otururken:
“Arkadaşlar” der, “bu millet âlim değildir ama âriftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer, farkeder ve bilir,” der.
Arkadaşları derhal itirazı basarlar:
“Olur mu öyle şey! İlmi olmayanın irfânı mı olurmuş,” derler. Harp yılları olduğu için de iktisâdî ve ticârî hayat durgun; yokluk ve sıkıntı had safhadadır. Şekersizlikten çaylar bile kuru üzümle, pekmezle içilmektedir. Bu durumu değerlendiren Ömer Seyfettin:
“Müjde arkadaşlar!” der. Almanya’dan bilmem kaç ton şeker geliyormuş. Çayları kuru üzümle içmekten kurtuluyoruz!”
Bunu duyan öğretmenler, sevinçten yerlerinden fırlar ve bu haberi avuçlarını patlatırcasına alkışlarlar.
Ama o da ne? Tam bu sırada kapı önünde bulunan hademede en ufak bir reaksiyon görülmemekte. Ömer Seyfettin bu defa hademeye döner ve:“Sen niye sevinmiyorsun, senin şekere ihtiyacın yok mu?” diye sorar. Hademenin verdiği cevap ârifânedir:
“Boşversene beyim” der, “kel merhemi bulsa kendi başına sürecek! Almanya harp ediyor, düşünsene… Şekeri nerden bulup da bize gönderecek?”
Bu cevap üzerine Ömer Seyfettin, irfandan mahrum olan arkadaşlarına dönerek:
“İşte beyler, âlimle ârifin, ilimle irfanın farkı…” der.