Bülbül, kafeste dertli dertli ötüyormuş. Onun dilinden anlayan diğer bir bülbül, göklerde kanatlarım çırpa çırpa uçup safa ederken yerde dar bir kafes içerisinde akşam sabah figân eden bu hemcinsine acımış. Çatının üzerinden yavaşça süzülüp kapının üstünde asılı duran kafesin üzerine konarak figân etmekte olan hemcinsine şöyle demiş:
“Dertli bülbül, niçin böyle figân edip ağlarsın? Biliyorum koskoca bir gökyüzü bile sana dar gelirken şimdi iki kanşlık kafes içine hapsedilmiş, beklemektesin. Fakat unutma ki bunun suçlusu yine sensin. Kimseden şikâyet etmeye hakkın yok ki.”
Kafesteki bülbül buna sızlanarak cevap vermiş:
“Ben kendi arzumla girmedim ki buraya. Beni bir hile ile bu tuzağa düşürdüler. Asıl suçlu beni bu tuzağa düşüren hilekârdır.”
Diğeri itiraz etmiş:
“Hayır, hayır, senin bu çektiğin o hilekâr insandan değildir. Senin çektiğin şu dilin var ya, işte onun yüzündendir. Sen bu kafeste dilini tutmuyor, gece gündüz ötüyorsun. Bu yüzden seni buraya hapsediyorlar. Şâyet aklım başına alıp da dilini tutup sesini çıkarmazsan seni burada tutmazlar. Başım selâmete çıkarmak istiyorsan önce dilini tutmalısın.”
Bunu söyleyen bülbül daha fazla beklemeden pırr diye uçup gitmiş. Gitmişama, diğer bülbülde de bir sessizliktir başlamış. O günden sonra bir daha ağzını açıp ta dilini hareket ettirmemiş… Derken kafes sahibinin canı sıkılmış:
“Ötmeyen kuşu ben ne diye besleyeceğim?” diyerek bir gün kafesin kapısını açıp boşluğa doğru bırakıvermiş.
Çatı üzerinde beklemekte olan dostu, hemen peşine takılmış, biraz ileride bir ağacın dalında buluşmuşlar. Tecrübeli arkadaş sözünü tekrarlamış:
“Ben sana demedim mi? Senin çektiğin dilinin yüzündendir diye. Bak, dilin durunca başın selâmet buldu.”
Evet, kafese tıkılmamak için vakitsiz ötmemek gerekiyor. Mâdem ki her doğruyu söylemek doğru değildir. O halde bir müddet dili tutmak en iyi çâredir. Biliyorsunuz, atalarımız da şöyle demişlerdir:
“Bana benden olur her ne olursa.