NİYET HALİS OLUNCA
Şu cihan dediğimiz varlık sadefinde nice ibret verici ¿âdiseler cereyan etmiştir… İbretli işler çoktur da ibret almayı bilenler azdır. İşte ibretli vakıalardan biri… Belki enfesi…
İstanbul”un «Pazartekke» adıyla bilinen semtinde bir ¿amanlar Tekkeci İbrahim Ağa isimli gönlü duru bir zât oturuyordu… Mesleği de takke yapıp satmaktı. Rızkım zor temin eden biriydi… öyleydi de, gönlünde bir arsian yatıyordu… Arslanm uğrağı elbette arslana lâyık ottnak gerek…
Güzel bir şeye niyet etmişti:
— Ben, diyordu, Topkapı surlarının yakınına bir cami inşa edeceğim!…
İbrahim Ağanın bu sözüne herkes gülüyordu:
— Ey ağâ!. Hangi parayla cami yapacaksın?
Fakat İbrahim Ağa ciddiydi. Kendisine gülenlere şöyle diyordu:
— İhtimaldir padişahım, ola ki derya tutuşa!…
Zaman ırmağı da bir nefes durmadan akıyordu, günler haftaları, haftalar aylan, aylar seneleri takip etmedeydi… Ne var ki, deryanın tutuştuğu yoktu…
Bir gece İbrahim Ağa yatağına uzanmıştı. Az sonra kendisini uykunun kollarında buldu…
O da ne?
Bir rüya görüyordu. Rüyasında mensub olduğu tarikatın şeyhi karşısına dikiîivermişti:
— İbrahim, diyordu, Bağdat”a gidecek, seni bekleyen iki üzüm tanesini yiyip geleceksin. Vakit kaybetme, derhal yola çık!…
İbrahim Ağa rüyanın tesiriyle hemen gözlerini açtı. Şeyhinin sesi hâlâ kulaklarında yankılar yapıyordu…
Artık bekleyecek zaman değildi. Hemen o sabah erzak düzüp hanımına vedâ ederek Bağdat yoluna düştü…
Kanatlı kuşlar gibi gidiyordu… Dağlar, dereler, çöller, vâdiler aştıktan sonra bir gün Bağdat”a vâsıl oldu… iyice yorulmuştu, yorgun ve bitkin bir halde, bir hanın avlusundaki peykeye kıvrılıp gözlerim yumdu… Uyuklarken ne görsün?…
Bulunduğu yer rüyasına giren ve kendisine gösterilen mekânın aynı değil mi?
İbrahim Ağa şaşmasın da ne yapsın!… Şaşkın şaşkın bakınıp dururken bir asmanın kuruyan yapraklan arasında iki üzüm tanesini de görmesin mi?… Gözlerini oğuş-turup tekrar baktı. E Ve t, hayâl değil bu bir hakikatti. Hemen uzanıp aldı ve «Bismillâh» deyip yedi. Tekrar peykenin üzerine uzaiıdı…
Az sonra yaşlı, ak sakallı bir adam belirdi ve selâm verip oturdu. Sönük gözlerini İbrahim Ağa”ya dikip sordu :
— Niceye yolculuk, nerden gelir, nereye gidersin?
İbrahim Ağa saf saf olup bitenleri ve başına gelenleri bir bir anlattı:
— İşte, dedi, bunun için geldim!…
İhtiyar deli deli güldü ve dedi:
— Bre akılsız kişi, ben dahi vaktiyle bir rüya gördüm. İstanbul”da Topkapı civarında bir Tekkeci İbrahim Ağa var, evinin odunluğunda bir küp altın gömülü, git al dediler. Ama rüyadır deyû üstünde durmadım. Sen ne irfanı kıt adamsın ki, iki tanecik üzüm yemek için tâ İstanbul”dan Bağdat’a gelirsin. Vay anan öle!…
ihtiyar, İbrahim Ağanın saflığına ve akılsızlığına acıyordu… Söylene söylene başım alıp gitti… Ne var ki, İbrahim Ağa”nın da bütün yorgunluğu bir anda sevince döndü… Bir nefes vakit kaybetmeden izi üstüne tekrar yola revan oldu… Yine yolları eline dolamış gidiyordu… Yol yürümekle biter demişler… İbrahim Ağa o uzun yollan da bitirdi ve nihayet güzel İstanbul”a geldi…
Evinin kapışma bir omuz vurup rüzgâr gibi içeri girdi ve zevcesine seslendi *.
— Ey hanımcığım, işte derya tutuştu!…
Kadıncağız sevinsin mi, ağlasın mı, ne yapsm? Sevinmeye ağlamaya bile vakit bulamadı. İbrahim Ağa eline geçirdiği bir kazma ile odunluğa koştu ve toprağı eşmeye başladı…
Kadın, efendisinin aküdan el yuduğunu zannederek:
— Vah, diyordu, vah başıma gelenlere!… Adam aklilı gitti, aklını zâyi edip geldi!…
Tam o andı ki, kazmanın ucu bir küpe dokunup tok bir ses çıkardı. İbrahim Ağa murâdına ermişti… Koca bir küp dolusu altın işte elindeydi. İçi altın dolu küpü kucaklayıp hanımına tekrar seslendi:
— Bale hanımcığım, işte derya tutuştu!. Artık bütün emellerimi gerçekleştirecek ve o camiyi yapacağım!…
Ve hâlen «Takkeci Câmii» olarak bilinen mâbedi inşa etti. Bu iyi niyetli adamın kabri de Takkeci Baba türbesi namiyle yâd edilmektedir…
Evet: Allah’ın yardımı, rızâsı yolunda koşanlaradır…
Tembelliği iş edin, kullukta çekme zahmet,
Nasıl haya etmeden Hak’tan beklersin rahmet?…