Hicretin ikinci asrında iki veli yaşıyordu. Birinin adı Şakîk, öbürünün adı İbrahim Edhem. İkisi de Belh’li Türk soyundandırlar. İşte bu iki veli karşılıklı oturmuş konuşurlarken, aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Şakîk:
“Nasıl yaşıyorsunuz ey İbrahim Ethem?”
“Nasıl yaşayacağız, bulursak şükrediyoruz, bulamazsak sabrediyoruz.” Şakîk:
“Bizim Horasan’ın köpekleri de böyle yapıyorlar.”
Bu cevaba şaşıp kalan İbrahim Ethem:
“Ya siz ne yapıyorsunuz ey Şakîk?”
“Biz mi? Bulursak bizden daha muhtaçlara veriyoruz. Bulamazsak şükrediyoruz.”
İbrahim Edhem ayağa kalktı, dostunun alnından öptü.
İşte marifet sırrına erenler böyle tatlı tatlı konuşur ve birbirlerinden tatlı tatlı ayrılırlar. Herkes noksanını gidermeğe, bilmediğini öğrenmeğe çalışır. Çünkü onların kalbinde gurur ve bencilliğe yer kalmamıştır. Orası yalnız Allah sevgisiyle dolup taşan bir yerdir.İmam-ı Gazalî, Mükâşefetü ’ 1-Kulûb adlı eserinde şöyle anlatıyor: Büyüklerden biri Azrail ile sohbet ediyordu. Ona dedi ki:
“Bana ruhumu kabzetmek için geleceğin vakit, evvelâ haber gönder, sonra gel ki hazırlıklı olayım.”
Azrail bu teklife razı oldu. Gelmeden önce üç tane haberci göndereceğini, bu habercilerden sonra da kendisinin geleceğini söyledi.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Azrail çıkageldi. Yaşlı adam şaşırıp kaldı. Sonra da:
“Ziyâret için mi geldin? diye sordu.
Azrail:
“Hayır, ziyaret için değil, ruhunu kabzetmek için geldim” dedi.
İhtiyar iyice şaşırdı:
“Hani sen gelmeden evvel haberci gönderecektin de ben hazırlık yapacaktım. Sen ondan sonra gelecektin ya?” dedi.
Azrail haberci gönderdiğini söyleyerek şöyle konuştu:
“Ey bîçâre! Senin saçların önceden siyahtı. Şimdi ise bembeyaz değil mi?” “Evet.”
“Peki bu neyin habercisi? Bunun manası nedir? Bunu düşündün mü hiç?” “Vücûdun dimdik ve daha sağlamdı. Şimdi ise kuvvetli bir rüzgâr esse yıkılacak kadar zayıflamış. Göğe bakamayacak kadar da kamburlaşmışsın öyle değil mi?”
“Evet.”
“Peki bunlar neyin habercisi? Neyi ihtar ediyorlar? Bir düşünseydin ya?” “Bir de senin ellerin titremez, gözlerin kararmazdı. Halbuki şimdi damarların sicim gibi dışarı fırlamış, gözlerin uzaktan gelenleri seçemez olmuş değü mi?”
“Evet.”
“Öyleyse söyle bakalım, bütün bunlar neyin habercüeriydiler? Bunların senin için bir manası, bir İhtan yok muydu?”
Yaşlı adam düşünceye dalar, fakat son pişmanlık fayda vermez. Azrail de “ahü vah” içinde gafil adamın ruhunu kabzeder.
Allah bizleri böylesi korkunç gafletten muhafaza buyursun (Âmin!)