Halife Hazret-i Ömer bir gece şehri dolaşırken, bir evden çocukları iki gündür aç olan annenin feryadını duyar.
– Yavrularım, Allah sizin hakkınızı Ömer’den sorsun!
Bu sözü işiten halife kapının önünde titremeye başlar. İçeriye seslenir:
– Ömer’den ne istiyorsun?
– Sen ne soruyorsun, dost musun, düşman mısın?
~ Allah için, dost olarak soruyorum.
– Ömer’den şunu istiyorum: Bu çocukların babası-^ askere gönderdi. İki gündür çocuklarım aç, ocağın uzerine tencere koydum, suyu karıştırıyorum. Yemek Pişiriyorum diye onlan avutuyorum. Dün uyutmuştum. Ama bugün açlıktan uyuyamıyorlar. Birbirlerine Sanlıruş halde sızlanıp duruyorlar. – Peki, Ömer’e haber verdin mi?
– Neyi haber vereyim? Adamlarımızı askere almayı biliyor da, gerideki çocukların durumunu hiç düşünmüyor mu? İnsanlara baş olmak, başa belâ olmak mıdır?
Hazret-i Ömer ağlayarak evine koşar. Arkasına bir çuval un eline bir teneke yağ alıp kadının evine gelirken karşısına sahabelerden bir zat çıkar.
– Ey mü’minlerin Emiri, bu ne hal, nereye koşuyorsun? Ver şu tenekeyi ben taşıyayım.
– Yok vermem, bunlar Ömer’in günahlarıdır. Bugün yükümü alırsın ama, yann Allahın huzurunda gü-nahlanmı alamazsın. Bırak da ben taşıyayım.
Eve girip çuvaldan biraz un çıkarır, tencereye koyar. Sönmek üzere olan ateşi üflerken sakalının bir tarafı hafifçe yanar. Un çorbası pişirip çocukların kamını güzelce doyurur. Çocukların annesine de:
– Yann mutlaka Halife’yi göreceksin der.
Kadın tanımadığı bu yabancı adamın yaptığı iyiliklerden dolayı, son derece memnun olur. Evden çıkarken arkasından şöyle konuşur:
– Allah Ömer’in yerine başımıza seni geçirsin.
Halife Ömer hiç sesini çıkarmadan oradan ayrılır.
Sabahleyin kadm halifenin yanma gider; bakar ki kendisine çorba pişiren zat, Halifelik makamında oturmaktadır. O zaman özür dilemeye başlar:
– Kusura bakma Ya Ömer, akşam canımın acısından size acı söyledim, sizi incittim.
– Hayır sen vazifeni yaptın. Ömer suçludur. Asıl siz hakkınızı helâl edin…
İşte onlar böyleydi…