Bir gün Fatih’in hocası Molla Gûrânî, talebesi küçük Mehmed’in gece yansı odasının ışığını yanık olarak gördü. Merak etti ve yanına girdi:
“Şehzadem niye uyumadın?” dedi.
Oda:
“Hocam, mütâlâa ediyordum…” karşılığını verdi.
Hocası sordu:
“Hangi dersi mütâlâa ediyordun?”
Fatih cevap vermeyip sustu.
Hocası çalıştığı dersi merak edip onun masası üzerindeki yığınla evrakı karıştırdı. Hepsi İstanbul’un fetih projeleri idi. O, fethin nasıl gerçekleşeceğini plânlıyordu.
Hocası Molla Gûrânî:
“Bunlar nedir evladım?” deyince Fatih, içinde gizlediği sim açıklamak zorunda kaldı.
Hocasına:
“Hocam, sır olarak kalması şartıyla nicedir uykusuz kalıp da yaptığım çalışmaların ne olduğunu söyleyebilirim,” dedi.
Hocasmın mütebessim bir çehre ile başını salladığını görünce devam etti:
“Hocam! Bu iş nicedir içimi yakıp kavurmaktadır. Düşünüyorum ki, tâ sa-hâbe-i kiramdan beri defalarca muhasara edilen ve mübarek ashâbın kanlarıyla sulanmış bulunan şu Kostantıniyye şehri niçin fethedilemiyor?.. O beldeyi fethetmenin yolu nedir? İşte bu yüzden uykularım kaçıyor, sabahlara kadar plânlar yapıyorum…”
Bu kavruk ifadeleri dinleyen Hocası, küçük Fatih’i son derece takdir etti. Ayrıca onun bu işi başarabilmesi için gerekli haslet, meziyet ve seviyeye bir an evvel ulaşabilmesi yolunda da şu yön verici nasihatte bulundu:
“Evlâdım! Bu büyük zafere nâil olmanı cân’u gönülden arzu ederim. Fakat ben, senin câhil bir sultan olmanı değil, âlim, ehl-i kalb ve ferâset sahibi bir hükümdar olmanı isterim.”