Fatih, velîlerin ziyaretlerinden büyük bir huzur bulurdu. Onların feyiz ve berekâtından gönlü vecd üe dolup taşardı.
Bir gün, zamanın velîlerinden Şeyh Ebü’l-Vefâ Hazretlerini ziyâret etmeyi çok arzuladı. Erkânı ile birlikte tekkenin kapısına kadar gitti. Ne görsün ki, herkese açık olan kapı, maalesef kendisine kapatılmıştı.
Hünkâr üzüldü, rengi soldu.
İçeride Ebü’l-Vefâ Hazretleri de aynı durumda idi. Mürîdân da, edeben bir şey soramıyorlardı. Fakat içlerinden:
“Bu işin sırrı nedir?” diyerek hayretle hâdisenin seyrini merak ediyorlardı. Nasıl olur ki, bir sarhoşa dahi açık olan kapı, müjdeli bir hadîs-i şerifin tecellisine mazhar olan zâta kapatılmıştı?
Fâtih, mahzun bir şekilde geri döndü…
Bir çağı kapayıp bir çağı açan, Bizans surlarım yerle bir eden ulu hakan, bir gönül erinin tekkesinin esrarlı kapısını açamadan geri dönmüştü.
Aradan bir zaman geçtikten sonra Hünkâr, yine hassas kalbinin derinliklerinden gelen bir heyecanla Ebü’l-Vefâ Hazretleri’ni ziyârete hazırlanıp, erkânı ile tekrar gittiler. Yine aym manzara. Herkese açık olan kapı ona kapalı.
Hünkârın dehşeti arttı. Yâverine:“Kemâl-i edeple huzura gir, anla! Anla, bu iş neyin nesi? Bu muamma nedir? Bu ne acâyip haldir?” dedi.
Yâver huzura girdi. Ebii’l-Vefâ Hazretleri yâvere dedi ki:
“Hünkârımız Fatih’in hassas ve coşkun bir gönlü vardır. Buraya girer de bizim âlemimizdeki zevki tadarsa, bir daha ayrılmak istemez ve devletin idaresine dönmez! Lâkin bu mülk ve ümmet ona emânettir. Kendisi kadar liyakatli bir kimse gelip onun yerini dolduramaz ise, mülk ve ümmet zarar görür. O da, ben de günahkâr oluruz!
Sonra; ruhu buranın havası ile dolacak, neyi varsa buraya getirip in-fâk edecek… dula, yetime, garibe, bîçâreye ve bîkese gidecek olan imkânlar buraya akacak!.. Aynı zamanda mürîdânın gönlüne dünya muhabbeti girecek, düzenimiz bozulacak!..
Hünkârımız efendimize bizler buradan duâ ve teveccüh hâlindeyiz. Gönlü, gönlümüzün içindedir…”
Yâver huzurdan ayrılıp, tekkenin kapısmda merakla bekleyen Hünkâr’a bu sözleri nakledince, Hünkâr sordu:
“Hazret bu hislerini ifâde ederken nasıldı?”
Yâver:
“Hünkârım! Ebü’l-Vefâ Hazretleri, bir taraftan bu sözleri söylerken, diğer taraftan da gönlü hicran ile yanmış olmalıydı ki, gözlerinden damlalar dökülüyordu…” dedi.
Fatih, başını önüne eğdi. Ufuklara sığmayan bakışları, derin, mehtaplı bir gece gibi başka bir âleme döndü. Gözleri nemlenerek, baharda, dallarda biriken şebnemler gibi yaşlar dökülmeye başladı. Ebü’l-Vefâ Hazretleri’yle görüşmek, kendisine hiç nasip olmadı.
Vaktâ ki Fatih’in vefâtı haberi gelince, Ebü’l-Vefâ Hazretleri saraya gitti. Hünkârın cenâze namazım bizzat kıldırdı.