Bülbül gül dalına konmuş, dikenlerden kendini koruma gayretinde iken zamanın sultânının şâhini oralardan geçiyormuş. Bülbül hal diliyle feryada başlamış:
“Bre şâhin! Bre şâhin! Sen de kuşsun, ben de kuş. Ama ben güllerin dikenleri arasında kan döker dururum, sen ise şâhin kolunda rahat rahat dolaşırsın.
Sen kanlı kekliklerin yüreğini yer, her çeşit kuşlan avlar, muradına erersin. Sultânın yanında da değerin var. Sen de kuşların sultânı gibi olmuşsun. Ben ise her gece seher vakitlerine kadar feryad ve figân ederim… Gül goncasının başında beklerim. Ben uyanık iken de o açılmaz… Başucunda yorgun, bitkin kalırım, bir aralık dalar giderim, hemen silkinir, gözümü açarım ki gül açılı vermiş… Ama onu ben göremem. Murâdıma eremem… Dikenler arasında kanlı yaşlar döker ağlarım. Bu ne haldir?.. Nedir benim çektiklerim?..”
Şâhin, şâhâne cevabını şöyle verir:
“Ben binlerce murad alırım, bir tanesini bile söylemem. Sen ise hiçbir murad almadan binlerce öter, feryad eder durursun.”
“Ehl-i temkinim, beni benzetme ey gül bülbüle.
Derye yok sabrı anın, her lahza bir feryadı var.”