TAŞ MI SERT, KAFA MI?
Vaktiyle bir çocuk vardı. Medresede okurdu. Kavuklu hoacalardan ders alır, öğretilenleri anlamaya çalışırdı.
Fakat kafası kalınca idi. Bütün gayretine rağmen pek bir şey öğrenemezdi. Okumaya karşı da fazla istek duymazdı. Arkadaşları onu geçmiş, okumayı ilerletmişlerdi. O ise hâlâ bir yıl öncesinin kitaplarını okuyordu.
Günlerden bir gün kararını verdi:
– Kafam çok kaim, diye düşündü. Zekâm az. Bu durumda okuyamam. İyisi mi köyüme dönüp tarla işlerine yardım edeyim.
Bu maksatla bir sabah yola koyuldu. Az gitti, uz gitti bir ovaya düştü. Sıcak bastırmıştı. Çok da yorulmuştu. Yolun kenarında bir mağara vardı, ama girmeye korkuyordu.
İçerisinin serin olduğundan emindi. Çünkü güneş almıyordu, ama ya ayıya filan rastlarsa ne olacaktı?
Bunlan düşündüğü için yüreği ürperiyor, içeri girmeye bir türlü cesaret edemiyordu.
Sonunda sıcak ve yorgunluk baskın çıktı. Ne olursa olsun mağaraya girecekti. Kararını verdi. Adımlarını ağır ağır attı.
Korktuğu şeylerle karşılaşmayınca sevindi. Korkusu biraz olsun dağıldı. Bir köşeye büzüldü. Sonra uzanıverdi.
Birden gözü mağaranın tavanından yere damlayan suya takıldı. Yukarda birikiyor, büyüyor ve damla kendini taşıyamayacak kadar büyüyünce kopup yerdeki taşın üstüne düşüyordu.
Kimbilir kaç yıldır böyle devam edip gidiyordu bu. Taş oyulmuş tu. Oysa taş sertti. Su damlası ise yumuşacıktı. Yumuşacık su damlası nasıl oluyor da taşı deliyordu?
Birden şimşekler çaktı beyninde. Yumuşacık su damlaları senelerce aka aka sert taşlan deliyordu. Kendisi de ısrarla derslerine çalışır, okuma isteğiyle hocalarını dinlerse zamanla kafasına bir şeyler girerdi.
– Benim kafam şu taştan daha sert değil ya, diye söylendi.
Önemli olan sebat etmekti. Şu su kadar sebât et-mek. Şu taş kadar sebat etmek, o zaman kitaplarda yazı olanlarla hocaların anlattıkları, kalın da olsa, kafada iz bırakırlardı.
Hızla kalkıp gerisin geri medreseye döndü. Çalıştı, Çabaladı, arkadaşlarına yetişti. Hattâ zaman içinde hepsini geçti. Öyle bir bilgin oldu ki, kitapları hâlâ ellerde dolaşır. Bu yüzden ‘Taş oğlu” mânasına gelen “İbn-i Hacer” dendi adına.
Bunu anlattım ki, hiç biriniz herhangi bir konuyu anlamadığını söylemesin. Dinledikten, direndikten ve çalıştıktan sonra anlaşılmayacak konu yoktur.