Sultan I. Ahmed Hân zamanında yaşamış olan Meyyit-Zâde, fazilet ve irfanıyla meşhur yüksek bir Osmanlı âlimidir. Kendisine Meyyit-Zâde, yâni “Ölünün oğlu” adının verilmesi, rivâyete göre başından geçen şu İlâhî tecellî sebebiyle olmuştur:
Meyyit-Zâde’nin babası yiğit bir askerdi. Birçok savaş kahramanı gibi o da, Sultan III. Mehmed’in 1596 yılında yaptığı Eğri seferine çağrılmıştı. Fakat o sırada hanımı hâmileydi ve doğumu da bir hayli yaklaşmıştı. Bununla beraber Allah yolunda cihadı her şeyin üstünde tutan cengâver baba, sefer hazırlıklarını tedârik etti ve hâmile hanımıyla şefkat ve muhabbet hisleri içerisinde helâlleşti. Ellerini açarak Allah’a niyazda bulundu:
“Allah’ım! Senin yolunda gazâya (savaşmaya) gidiyorum. Senden başka kimsem yok. Şu vefakâr ve çilekeş hanımımdan doğacak olan evlâdımı sana emanet ediyorum.”
Osmanlı ordusuyla beraber Eğri’ye varıp da düşmanla harbe tutuştuklarında arslanlar gibi cengeyledi. Sonuçta Allah’ın inâyet ve yardımıyla Osmanlı ordusu muzaffer oldu.
Dönüşle beraber derhal kumandanından izin alan cengâver baba da doğruca evine gitti. Ancak eve geldiğinde gördü ki kimsecikler yok. Oysa ordunun muzafferen döndüğü haberi her tarafta duyulmuş bulunduğundan, hanımının evde kendisini bekliyor olması lâzımdı. Büyük bir merak ve telâş içinde hemen etraftaki komşulara koştu ve hanımını sordu.
“Yiğit, Allah gazânızı mübârek etsin ve sizin ömrünüze bereket ihsan eylesin!” dediler. Bir müddet derûnî bir sükût içinde kısa bir an geçti. Kederli baba yanındakilere baktı. Sonra içine doğan bir ilhamla haykırdı:
“Elbette ki merhamet sahibi olan Allah, muhâfaza edenlerin en hayırlısıdır. Tiz bana refikamın kabrini gösterin!” dedi.
Birlikte kabristana yöneldiler. Baba, kalbinin sesine uyarak kazma ve küreğini de yanına almıştı. Kabir kendisine gösterildiğinde, heyecanla kulağını hemen mezarın toprağına koydu ve dinlemeye başladı. Bir müddet sonra haykırdı: “İşte yavrumun sesini işitiyorum!”
Hemen kazma ve küreğine sarılarak kabri açmaya koyuldu. Onunla beraber gelenler de, mezardan ince ince yayılan çocuk sesini duydukları için bu mahzun babaya yardım ettiler. Kabir tamamen açıldığında ortaya çıkan manzara, irâdeleri sıfırlayacak kadar hayret ve dehşet vericiydi:
Kabirde ölü anneden doğmuş nur topu gibi bir yavru vardı ve annesinin göğsüne yapışmış bir vaziyette duruyordu.
Bu yavru, güzel bir eğitim ve terbiye içerisinde büyüdü ve şöhreti bütün OsmanlI mülkünü saran zâhid bir âlim oldu. Başından geçen bu mûcizevî tecellî dolayısıyla hep Meyyit-Zâde diye anılageldi. O, yüce Allah’a mutlak bir teslimiy-yet ve samimiyetin ibretli ve hikmetli bir bereketiydi. Kendi emrine samimiyet ve ihlâsla râm olan İbrâhim aleyhisselâmı ateşte yakmayan ve İsâ aleyhisselâmı babasız yaratan Kâdir-i Mutlak, bu zatın da babasının ihlâsının bereketiyle ölü bir anneden doğmasını irâde buyurmuştu.
Kudret, güç ve azamet yalnız yüceler yücesi Allah’a mahsustur.
Meyyit-Zâde’nin medfun bulunduğu kabristana, onun adına istinâden “Meyyit-Zâde Mezarlığı” denilmiştir.