Zâlim Haccac, bir avlanma sırasında arkadaşlarından uzak düşmüştü. Bir tepeciğin üzerine geldiği zaman, hırkasındaki böcekleri (bitleri) ayıklayan bir arabın oturmakta olduğunu gördü. Develeri ise etrafını çevrelemiş otluyorlardı.Hayvanlar, yabancı bir adamın yanlarına yaklaşmakta olduğunu görünce ürktü-ler. Deveci, başını öfkeyle kaldırdı:
“Bu çölde böyle parlak kaftanlarla dolaşan da kimdir? Lânet olsun sana be adam,” dedi.
Haccac, hiçbir şey söylemedi ve bedevinin tam karşısına gelerek ona selâm verdi. Bedevî:
“Sana Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi değmesin” diye cevap verdi. Haccac, bedeviden su istedi. Bedevî:
“Aşağıya in, zilletle, hakaretle iç. Ben senin ne uşağın, ne de yoldaşınım!”
dedi.
Haccac, aşağıya indi. Suyu içtikten sonra arap bedeviye döndü, şöyle dedi: “Ey arap! İnsanların en iyisi kimdir?” Bedevî:
“Senin aksine olarak Hazret-i Peygamber’dir,” dedi. Haccac yine sordu: “Ebû Tâlib oğlu Ali hakkında ne dersin?”
“Cömertlikte ve yücelikte onun adı ağızlara sığmaz.”
“Mervan oğlu Abdülmelik için ne dersin?” Bedevî, cevap vermedi. Haccac ısrar etti:
“Bana bir cevap ver.” Bedevî:
“O, kötü adamdır.”
“Niçin?”
“Ondan öyle bir hatâ meydana gelmiştir ki, fenalığı doğudan batıya kadar her tarafı kaplamıştır.”
“Hangi hatadır o?”
“O, Haccac denilen zâlim ve ahlâksız adamı müslümanların başına musallat etmesidir.”
O sırada ansızın bir kuş uçtu ve bir cıvıltı çıkardı. Bedevî yüzünü Haccac’a dönerek sordu:
“Sen kimsin be adam?”
“Bu nasıl bir soru? Neden icabetti böyle bir soru sormak?”
Bedevî şöyle dedi:
“Bu kuş bana bir askerî birliğin geleceğini ve senin de onların başbuğu olduğunu haber verdi.”
Tam bu sırada Haccac’ın adamları yetiştiler. Ona hürmetle selâm verdiler. Bedevî bu durumu görünce rengi attı. Haccac adamlarına bedeviyi de beraberlerinde götürmelerini emretti.
Ertesi gün sabahleyin önüne bir sofra kurdular. Etrafdan da büyük bir halk gurubu toplanmıştı. Haccac, deveciye seslendi. O da hemen huzuruna koştu. “Selâm sana ey emir,” dedi.
Haccac:
“Ben, senin bana söylediğin gibi cevap vermeyeceğim. Sana da selâm olsun.” Sonra sordu:
“Yemek yer misin?”
“Yemek şenindir, eğer izin verirsen yerim” dedi.
Haccac:
“İzin veriyorum,” dedi. Bedevî, emîrin karşısına diz çöktü. Yemeğe elini uzatırken:
“Allah’ın adıyla başlarım. İnşaallah yemekten sonra karşıma çıkacak şey hayır olur,” diyebildi.
Haccac, gülerek şöyle dedi:
“Dün başımdan neler geçtiğini biliyor musun?”
Bedevî hemen atıldı:
“Allah seni ıslah etsin ey emir! Dün seninle benim aramda geçen gizli bir olayı bugün açığa vurma.”
Haccac, bu defa bedeviye şöyle sordu:
“Ey bedevî arap! İki şıktan birini beğen. Ya benim yanımda kal ki, seni özel dostlarım sırasına alayım. Yahut da seni halîfe Abdülmelik’in sarayına göndereyim ve onun hakkında söylemiş olduğun sözleri ona anlatayım da o dilediğini yapsın.”
Bedevî şöyle karşılık verdi:
“Başka bir yol da bulmak mümkündür.”
Haccac tekrar sordu:
“Başka nasıl bir yol?”
Bedevî:
“Beni bırakırsın, doğruca ve selâmetle memleketime dönerim. Bir daha da ne ben seni görürüm, ne de sen beni.”
Haccac güldü ve hemen emir verdi. Bedeviye bin dirhem altın verip memleketine uğurladılar.
(Baharistan: 68)