DÂR-UL-UKBÂ:
Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüleceği yer. Âhiret. Hani annen baban nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz. Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ul-ukbâya Yüzün dön, ilticâ eyle (sığın), Cenâb-ı zât-ı Mevlâya.
(M. Sıddîk bin Saîd)
DÂR-UT-TEKLÎF:
Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.
Âhiret, dâr-ül-cezâdır, dâr-üt-teklîf değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
DÂR-ÜL-BEKÂ:
Ahiret, sonsuz kalınacak yer.
Resûlullah efendimiz kamerî sene hesâbı ile altmış üç, şemsî sene hesâbı ile altmış bir yaşında, dâr-ül-fenâdan (dünyâdan) dâr-ül-bekâya intikâl etti. Vefât ettiği odaya defnedildi. (M. Sıddîk bin Saîd)
DÂR-ÜL-CELÂL:
Sekiz Cennet’in birincisidir.
Dâr-ül-Celâl beyaz incidendir. Kapısının üzerinde Kelime-i tevhîd, yâni Lâ ilâhe illallah yazılıdır. ( Erzurumlu İbrâhim Hakkı)
DÂR-ÜL-CEZÂ:
Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüldüğü yer. Âhiret, öbür dünyâ.
Âhiret, dâr-ül-cezâdır. Dâr-üt-teklîf (iş yapılacak yer) değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
DÂR-ÜL-FENÂ:
Geçici âlem, dünyâ.
Mü’minler ölmezler. Ancak dâr-ül-fenâdan dâr-ül-bekâya geçerler. (İmâm-ı Gazâli) Göz yumup dâr-ül-fenâdan baş açık, çıplak endâm, Can atıp dâr-ül-bekâyaeyledi azm-i kirâm.
(Beykozlu Muhammed Efendi)
DÂR-ÜL-GURÛR:
İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ.