İslâm-ı Mecâzî: Nefsin, itminâna gelmeden yâni Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmeye başlamadan önce, kişide bulunan ve Cennet’e girmek için yeterli olan İslâmiyet.
Vilâyet-i hâssa (evliyâlığın en yüksek makâmı) ile şereflenmedikçe, İslâm-ı mecâzîden kurtulup, İslâm-ı hakîkiye kavuşulmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
İslâm âleminde mecaz ve hakikat üslûplarının ilk farkedilişi Kur’an metnindeki mecazi ifadeler hakkında ve kelâm âlimleri arasında görülür. Mu‘tezile kelâmcıları, muhtelif âyetlerde yer alıp Allah’a yaratılmışlara özgü nitelikler nisbet eden ifadeleri mecazi yoruma tâbi tutmak suretiyle zât-ı ilâhiyyeyi bunlardan tenzih etmeye çalışmışlardır. Aklî mecaz üslûbuna ilk dikkat çeken âlim Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’dir (ö. 100/718 [?]).
İbn Hanefiyye, er-Risâle fi’r-red ʿale’l-Ḳaderiyye adlı eserinde Kur’an’da Allah’a ait bir fiilin sebep alâkasıyla mahlûka isnat edildiğine işaret etmiş ve bunun aklî/isnadî bir mecaz üslûbu oluşturduğunu belirtmiştir (van Ess, s. 105, 108-109).