MECZÛB: 1. Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
Evliyâdan bir kısmı öldükten sonra Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâdaki, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. (Ahmed Saîd-i Dehlevî)
2. Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.
Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenlerin, arada vâsıta olmadan maksada kavuşmaları çok güçtür. Bunlara bütün tasavvuf derecelerini geçmiş olan bir Ehl-i sünnet âliminin yardımı lâzımdır. Onun sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır. Bakışları ş ifâdır. Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczûb olan sâlik (tasavvuf yolcusu) de böyle bir nîmettir. Bu da tâlibleri (tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenleri) yetiştirebilir. (İmâm-ı Rabbânî)
Meczublar seyirlerini tamamlayamamış kimseler olarak tanımlanırlar. Onlar Hakk’a erme ve O’nun aşk ve muhabbetinde boğulup kalmadan dolayı halkı irşat ve davet sahiline çıkamazlar. Keşifleri sırasında karşılaştıkları aşk şimşekleri ve erme iştiyaklarına rağmen, makamlarının buna elverişli olmayışı karşısında, kalplerindeki istek ateşine dayanamadıklarından uyumsuzluğun verdiği bir hali yaşarlar.
Meczub; nefsi elinden alınmış, bu yüzden nefsine mâlik olamayan, sürekli Rabbı ile meşgul bulunmaktan dolayı kendini idare edecek hale dönemeyen, fıkıhçılardan şüphe içinde olup, onlara güvenmeyen ve kendisini çeken yüce Allah’ın hidayet edeceğini de düşünen bir kimlik içinde olan kişidir.