MÜBDÎ (El-Mübdî): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Benzeri, nümûnesi olmayan, varlıkları yoktan var eden.
Varlıkların yaratılışı iki tarzdadır: Birisi ibdâ’, diğeri ise inşâ. İbdâ’, daha önce yapılmış bir başka şeyi taklit etmeden, bir şeyi ilk ve son olarak en mükemmel ve misilsiz şekilde yaratmak demektir. Ne güneş sistemi bir başka sistemden örnek alınarak yaratılmıştır, ne insan, ne de bir başka canlı.
Bunların hepsinde Mübdî’ ismi tecelli etmiştir.
Bütün varlık âleminin çekirdeği olan Nur-u Muhammedî (asv) de ibdâ’ ile vücut bulmuştur.
Nur Külliyatında geçen, “Eşya zeval ve ademe gitmiyor, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyorlar” (Mektûbat) cümlesinde, “eşya yokluk ve hiçlikten gelmiyorlar, belki ilim dairesinden kudret dairesine geçiyorlar” hükmü de saklıdır. Zira, yokluğa gitmeyen, yokluktan da gelmiyor demektir.
Bu hikmet dersinin ışığında şöyle diyebiliriz:
İlâhî ilimde, mahiyetleri ve bütün özellikleri tayin edilen varlıkların, şu âlemde boy göstermeleri, ibdâ’ iledir.
Her şeyin, kendisine has müstakil özellikleri vardır. Bu yönüyle her şey, bir eşi ve benzeri olmaksızın, ilk defa dünya yüzüne gelmektedir. Ve bu yaratılışta Mübdî’ ismi tecelli etmektedir.
İnşâ ise, hikmet âlemi olan bu dünyada, bazı şeylerin bir anda yahut zamansız olarak değil de, belli bir zaman dilimi içerisinde ve kademeli olarak yaratılmasıdır. İnşâda, ‘terbiye fiili’ daha hâkimdir.
Bu mânâ Nur Külliyatı’nda çok güzel dile getirilir:
“Kadîr-i Mutlak’ın iki tarzda, hem ibdâ’ hem inşâ suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin enva’-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, ‘yoğu var edemez!’ diyen adam, yok olmalı!..” (Lem’alar)
Kendi simamıza ve parmak izimize bakalım; bu yüz ve bu iz, ilk defa yaratılmıştır. Daha önce bir benzeri görülmemiştir. Buna göre insanın bedeni nutfe, alâka… dönemlerinden, çocukluk, gençlik çağlarından bir inşâ ile geçmiş olsa bile, onun ruhu, simasının şekli ve daha nice hususiyetleri ilk defa vücut bulmakta ve Mübdî’ isminin bir tecellisini sergilemektedir.
Kula düşen vazife, bu tecellileri tefekkürle okumak ve her şeyi misalsiz olarak yaratan O misilsiz zâtın, varlığına iman ederek, O’na hakkıyla kulluk etmeye çalışmaktır.