MÜSÂVÂT: Eşitlik, denklik; aynı halde ve derecede olma.
İslâm dînindeki hürriyet ve müsâvât, gayr-i müslimlerin çoğunu dâimâ kendine çekmiştir.Pekçoğu bu sebepten dinlerini değiştirmiş, müslüman olmakla şereflenmişlerdir. (Herkese Lâzım Olan Îmân)
Her ticârî sözleşmede, iki tarafın zarar ve kârda müsâvât, adâlet bulunması esastır. (Ebû Zühre)
Mutlak eşitlik ancak hukukta olur. Yani kanun önünde, sosyal statü ve mevki ne olursa olsun herkes eşittir. Başbakan için ayrı vatandaş için ayrı bir hukuk ve kanun anlayışı olmaz.
Diğer alanlarda, yani fazilette, meziyette, gayrette, ilimde, amelde, statüde vesaire de insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olması mümkün değildir. Çünkü her insanın sahip olduğu kabiliyet ve meziyet farklı farklıdır.
Birisi vardır bin kişinin yapabileceği işi tek başına yapar, birisi vardır burnunun dibini göremez. Şimdi bu kabiliyetteki iki kişiyi aynı statüye koymak zulüm olur. Ama bu iki kişi hukuk ve kanun önünde eşittir.
Kanun önünde herkesin eşit olması ile kanunun içeriği ve hükümleri farklı şeylerdir. Üstadımız burada kanun önünde herkesin eşit olması gerektiğini vurguluyor. Müslim ile gayri müslim her konuda eşittir, demiyor.
Hiçbir insan, yaratılıştan gelme bir üstünlük iddiasıyla diğerine tahakküm edemez. Her insan temel insan haklarına sahiptir ve bu konuda her insan eşittir. Fıkıhtaki bazı özel durumları bahane ederek, hukuğun bu temel ilkesi çiğnenemez.