RÂZI: Memnûn, hoşnûd olan. (Bkz. Rızâ)
Kendisinden kocası râzı olduğu hâlde ölen her müslüman kadın Cennet’e girer. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Namazlarını vakitleri gelince hemen kılanlardan Allahü teâlâ râzı olur. Vakitlerinin sonlarında kılanları da affeder. (Hadîs-i şerîf-Eşi’at-ül-Leme’ât)
Üveys-i Karnî’nin yüksek mertebelere kavuşması, annesini râzı etmesi bereketiyle idi. Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: “Üveys-i Karnî’nin bütün o kerâmet ve ihsâna kavuşması; annesine iyilik etmesiyledir” (Meşârik-ul-Envâr)
Kabul gösterme, memnun etme, şu veya bu şekilde cereyan eden hadiseyi hoş görüp itiraz ve muhalefet etmeyerek kabul etme. Mukabili red, muhalefet ve itiraz etmektir.
Arapça bir kelime olan rızâ, öncelikle Cenâb-ı Hakk (c.c)’in takdir ettiğine karşı olmamaktır. Bu bir kulluk vazifesi olarak tanımlanır. Hakk’tan gelen ve hak olan bir şeye razı olmamak, rıza göstermemek ahmaklık alâmetlerinden sayılmıştır. Buna mukabil bâtıl bir şeye rıza göstermek de bir tuğyan, bir isyan eseri olarak kabul edilir ki, zaten küfre de rıza gösterilmez; çünkü küfre rıza küfürdür’ (Buhari, Meğazî, 46).
Rızâ, kaza’nın hükümlerine kalbin güzel bir surette bakması ve teslimidir. Her durum ve her işte Cenab-ı Hakk’a itimattan, kulluk vazifelerini yerine getirmekten ibarettir.
Hakikatte, sır ve özü belli olmayan, akla aykırı ve nefse zahmetli görünen, ilâhi kazanın hükmüne karşı kulun pozisyonu teslim ve rıza’ olarak meydana gelir. Çünkü o hükmün sonunda hayır mı, şer mi’ olduğu bilinemez. Ve onun öyle olması Allah katında kesinleşmiş ve takdir edilmiş şeyler arasındadır.
Şu kadar var ki, günah olan şeylerden, tehlikelerden kaçmak rızaya zıt olmaz. Belki rıza, kendisinden kaçınılması gerekli olan şeylerden kaçmaktır, şeklinde de tarif edilmiştir (Ahmet Rıfat, Tasvîr-i Ahlâk, sh. 255).