Sâlik-i Meczûb: Tasavvufta cezbesi yâni hak yola çekilmesi sülûkünden sonra olan sâlik.
Tasavvuf yolunun sâlikleri (yolcuları), ikiye ayrılır: Ya mürîd olurlar yâhut murâd olurlar. Murâd olanlara müjdeler olsun! Cezbe ve muhabbet yolundan, bunları durmadan çekerler. Aradıklarına ulaştırırlar.
Lâzım olan her edebi, pir yardımı ile veya a rada pir olmadan, bunlara öğretirler. Yanıldıkları zaman, haber verirler. Ondan dolayı bir şey yapmazlar. Rehbere ihtiyacı olursa; aramadan, uğraşmadan ona kavuştururlar. Kısaca, Allahü teâlânın sonsuz olan ihsânı, onun her zaman imdâdına yetişir. Sebeb yaratarak veya sebebsiz olarak, işini görür. Şûrâ sûresinin on üçüncü âyetinde meâlen; “Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşturur” buyuruldu. Tâliblerin, arada vâsıta olmadan kavuşmaları çok güçtür. Cezbe ve sülûk nîmetlerine kavuşmuş, fenâ ve bekâ ile şereflenmiş olan bir vâsıtanın yardımı lâzımdır.
Bu vâsıtanın sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır. Bakışları şifâdır. Taş kesilmiş kalbler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur. Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, sâlik-i meczûb da, büyük bir nîmettir. Bu da tâlibleri yetiştirebilir. Onun yardımı ile fenâ ve bekâ nîmetine kavuşurlar. (İmâm-ı Rabbânî)