SIDDÎK: 1. Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan.
Doğru sözlü olmak iyiliğe götürür. İyilik Cennet’e götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allahü teâlânın katında sıddîk olarak yazılır. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Doğru olan tüccar kıyâmette sıddîklarla ve şehîdlerle berâber olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Rıyâd-ün-Nâsihîn)
Aralarında şu dört kimseden biri bulunan topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd. ( Ebü’l-Hasan)
Sıddîklar, harama sebeb olmak korkusu bulunmayan hallerden de sakınır. Bunları meydana getiren sebeblerden birine haram karışmış olmasından çekinirler. ( İmâm-ı Gazâlî)
2. Hazret-i Ebû Bekr’in lakabı.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, mîrâcdan döndükten sonra, sabahleyin Kâbe’nin yanına gidip mîrâcını anlatmıştı. Bunu işiten kâfirler alay ettiler. Müslüman olmaya niyeti olanlar da vazgeçti. Mîrâcı duyan Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh, Resûlullah’ın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle; “Yâ Resûlallah! Mîrâcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nîmetlendirdi.
Yâ Resûlallah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!” dedi. Ebû Bekr’in sözleri, kâfirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şübheye düşen, îmânı zaîf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem o gün Ebû Bekr’e; “Sıddîk” dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi. (Ahmed Cevdet Paşa, M. Sıddîk Gümüş)