Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün müslümanları kendisi gibi insanlığın selâmeti için çalışmaya ve duâ etmeye teşvik ederlerdi. Bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duâ yoktur:«Allâh’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»”
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in peygamber olarak gönderildiği günden itibâren kıyâmete kadar gelen bütün insanlar O’nun ümmetidir. Bunların bir kısmı O’nun davetini kabul etmiş, bir kısmı da etmemiştir. Kabul edenlere Ümmet-i İcâbe, etmeyenlere Ümmet-i Gayr-i İcâbe denir.
Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- ümmetini çok sever, onların kurtuluşu için bütün gayretini sarf ederdi. Bu hâlini bir hadîs-i şerîfinde şöyle tasvir etmiştir:
“Benimle sizin durumunuz şuna benzer: Bir adam ateş yakar. Ateş etrafı aydınlatınca pervâneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onlara mânî olmaya çalışır, ancak hayvanlar galebe çalarak pek çoğu ateşe düşerler. Ben, ateşe düşmemeniz için sizi belinizden, kemerinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe atılmak için koşuyorsunuz!” (Buhârî, Rikâk, 26)
DÂİMA ÜMMETİNİN ÂHİRETİNİ DÜŞÜNÜRDÜ
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dâimâ ümmetinin âhiretini düşünür ve onların ebedî saâdet ve selâmeti için duâ ederlerdi. Nitekim bir gün:
“Rabb’im, putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir.” (İbrâhim, 36)
“Eğer kendilerine azâb edersen, şüphesiz onlar Sen’in kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen izzet ve hikmet sahibisin.” (el-Mâide, 118) âyet-i kerîmelerini okudular. Ardından ellerini kaldırıp:
“Allâh’ım! Ümmetim, ümmetim!” diye yalvarmaya başladılar. Bir taraftan da ağlıyorlardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“–Ey Cebrâîl! Gerçi Rabb’in her şeyi daha iyi bilir ama (insanlar da bilsin diye) git, Muhammed’e niçin ağladığını sor!” buyurdu.
Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- ona, ümmeti için duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“–Ey Cebrâîl! Muhammed’e git ve O’na; «Ümmetin husûsunda Sen’i râzı edeceğiz ve Sen’i asla üzmeyeceğiz.» müjdemizi ulaştır.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 346)
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÜMMETİ İÇİN HER NAMAZDAN SONRA YAPTIĞI DUÂ
Ebû Zer -radıyallahu anh-’ın bildirdiğine göre, Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-, bir gece namaz kılıp Mâide Sûresi’nin yukarıda geçen 118. âyet-i kerîmesini sabaha kadar okumuşlardı. Rükûdayken de, secdedeyken de bu âyeti okuyorlardı… (Ahmed, V, 149)
Hazret-i Âişe -radıyallahu anhüma- vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’i neşeli gördüğü bir gün:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, benim için Allâh’a duâ ediver!” demişti. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“Allâh’ım, Âişe’nin geçmiş, gelecek, gizli ve açık bütün günahlarını mağfiret eyle!” diye duâ ettiler.
Hazret-i Âişe vâlidemiz bu duâ sebebiyle o kadar mesrûr oldu ki, sevincinden kendinden geçti. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“–Duâ etmem seni sevindirdi mi?” diye sordular. O da:
“–Sen’in duân beni neden sevindirmesin ki?” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“–Vallâhi bu, benim ümmetim için her namazda yaptığım duâmdır.” buyurdular. (Heysemî, IX, 243; İbn-i Hibbân, Sahîh, XVI, 47/7111)
ALLAH KATINDA EN ÇOK SEVİLEN DUÂ
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-, bütün müslümanları da kendisi gibi insanlığın selâmeti için çalışmaya ve duâ etmeye teşvik ederlerdi. Nitekim bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duâ yoktur:
«Allâh’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»” (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Bu ulvî merhameti sebebiyle Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-, kendisine îmân etmeyen ve hattâ düşmanca davranan insanlara bile bedduâ etmez, onların öldürülmesini istemezlerdi. Aksine onların doğru yolu bulması için duâ eder, canlarına bir zarar gelmeden şerlerini defetmeye çalışırlardı. Zira bir müddet sonra onların veya nesillerinin yalnızca Allâh’a ibadet edeceklerini umuyorlardı.
BEDDUÂ VE LÂNET ETMEZDİ
Bir gün, müşriklerin şerlerinden iyice bunalan sahâbîlerden bir kısmı, Peygamber Efendimiz’den onlara lânet etmesini istemişti. Buna mukâbil Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:
“–Ben lânetçi olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim!” buyurdular. (Müslim, Birr, 87)
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- yüzlerce hadîs-i şerîfinde “ümmetî, ümmetî” diye tatlı tatlı mesajlar veriyor, sanki “ümmetim” derken doyumsuz bir haz alıyordu. Ümmetine kalbî bir muhabbetle bağlanıyordu. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- ümmetini o kadar çok seviyordu ki onlardan hiç ayrılmak istemiyordu. Bir gün kendisine vefât edeceği haber verildiğinde:
“−Yâ Rabbî, o zaman ümmetimin başında kim kalacak?” diye niyazda bulundu. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
“Biz, Sen’den önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi Sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar?” (el-Enbiyâ, 34) (İbn-i Kesîr, Tefsîr, [el-Enbiyâ, 34])
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ŞEFAATİ
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in ümmetinin kurtuluşu için gayret sarf etmesi, hayatıyla sınırlı kalmadı. O vefâtından sonra berzah hayatında ve kıyâmetten sonra da ümmetini kurtarmak için Cenâb-ı Hakk’a yalvaracağını ve şefaatte bulunacağını haber verdi.
Hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hayatım sizin için hayırlıdır: Bâzı hâdiseler yaşarsınız, bunun üzerine size ilâhî vahiy ve hükümler indirilir. Vefâtım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana arz edilir. Güzel bir amel gördüğümde Allâh’a hamd ederim, kötü bir şey gördüğümde de sizin için Allâh’a istiğfâr ederim.” (Heysemî, IX, 24)
“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesîlesiyim. Vefât ettiğimde ise, kabrimde: «Yâ Rabbî, ümmetî ümmetî!..» diye ilk Sûr üfleninceye kadar nidâ edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)
KIYAMETE KADAR BÜTÜN İNSANLIĞIN SELÂMETİ İÇİN DUÂ VE ŞEFAAT EDECEK
Kıyâmet koptuğunda, dünyaya gelmiş ne kadar insan varsa hepsi düz bir arazide toplanacaktır. Güneş iyice yaklaştırılacak, insanlar kan-ter içinde kalacak, büyük bir sıkıntı ve meşakkate dûçâr olacaktır. Cenâb-ı Hakk’ın gazabından korkan insanlar dehşet ve korku içinde bulunacaklar. Bu korkunç hâlden kurtulmak isteyen insanlar Hazret-i Âdem’den başlayarak önceki peygamberlere mürâcaat edecekler, onlar da şefaat etmeye en ehil kişinin Hazret-i Muhammed -sallâllahu aleyhi ve sellem- olduğunu söyleyerek insanları Peygamber Efendimiz’e gönderecekler. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- de şefaat edip onları bu dehşetli korkulardan kurtaracaktır. Ancak kendi ümmetine daha husûsî şefaatleri de olacaktır.[1]
Hâsılı âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-, ömrü boyunca bütün insanlığın selâmeti için âzamî derecede gayret gösterdiği gibi, berzah hayatında ve kıyâmetten sonra da onların ebedî kurtuluşu için duâ ve şefaat edecektir. Yani O, dâimâ insanların, kendilerini yaratan Allâh’a kul olmaları ve O’na yaklaşmaları için gayret sarf etmiştir. O’nun bütün derdi, insanlığın yanlış yollardan dönerek aslını bulması, Yaratıcı’sına itaat ederek ilâhî rahmete nâil olmasıdır.
[1] Buhârî, Enbiyâ 3, 9, Tefsîr, 17/5; Müslim, Îmân 302, 327, 328; Tirmizî, Kıyâmet 10.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları