Cüneyd-i Bağdadî küçük yaşlarından beri tasavvufa ilgi duyardı. Henüz yedi yaşındayken Serî’nin, şükür nedir sorusuna, “Verdiği nimete güvenerek Allah’a âsi olmamaktır” şeklinde cevap vererek bu alandaki kabiliyetini göstermiştir.
Ey zikredenleri zikreden, zikredenler ancak senin zikrinle seni zikrederler. Ey arifleri meydana çıkaran, arifler ancak seninle seni bilirler. Ey âbidleri kendilerine yarar amellere muvaffak eyleyen, senin iznin olmadan, senin huzurunda kim şefaat edebilir? Senin keremin olmadan kim seni zikredebilir?
Biri Cüneyd’den duâ istedi mi şöyle duâ ederdi:
Allah himmetini toplasın, sırrını dağıtmasın, seni kendisinden kesip ayıran her kesiciden kessin ve seni kendisine kavuşturan şeylere ulaştırsın. Kendi zenginliğini senin kalbine koysun, sana kendisiyle beraber bulunmaya uygun bir edep ihsan etsin, kalbinden razı olunmayan şeyi çıkarsın, kalbine rızasını koysun ve seni, kendisine varan en yakın yola iletsin.