Hz. İbrahim -aleyhisselâm-; malıyla, canıyla ve evlâdıyla, Allah yolunda fedâkârlıkta bulunmuş, Halîlullah mertebesine böylece vâsıl olmuştur. Ancak yükseldiği o ulvî makamda, karşısında nice ufuklar açılmış, ötelerden kendisine nice muhteşem tecellîler gelmiş ve o da bu tecellîler karşısında acziyete bürünerek şöyle niyâz etmiştir…
“(Yâ Rabbî! İnsanların) diriltilecekleri gün beni mahcup etme!..” (Bkz. eş-Şuarâ, 87)
Demek ki, âhiret ne muazzam ve ne dehşetli bir gündür! O günün dehşeti karşısında, Halîlullah makamına eren, «ulü’l-azim»den olan, yani en büyük peygamberlerden biri olan Hazret-i İbrahim de mahviyet ve hiçlik hâlindedir. O günün azameti karşısında, Cenâb-ı Hakk’a arz-ı hâl içindedir. Sonsuz bir ilticâ hâlindedir.
Peygamberimiz’in şu duâsı da bize böyle bir îkaz mahiyetindedir:
“Kabir azâbından, ateş (cehennem) azâbından yâ Rabbî Sana sığınırım…” (Buhârî, Ezân, 149)
Bu duâlar, ilâhî azamet karşısında Peygamber Efendimiz’in bir titreyişidir ve bizi îkāz edici ve sakındırıcı feryatlarıdır.
Zira Peygamberler, şefkat ve merhamet âbidesidirler. Duâları ve niyazları da bizlere şefkat içindir. Onlar «Nefsî! Nefsî!» demezler. «Ümmetî! Ümmetî!» diye ümmetleri için niyaz ve yakarış içindedirler.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Sayı: 162