Andlaşma metni. İki devlet arasında sulh ve asayişle ve diğer işlerle ilgili hususların üzerine yazılıp imzalanan, mühürlenen resmî kağıt, vesîka. Bu tabir, bir devletin kendi içinde çeşitli hususlarda tanzim ettiği bir evrak için de kullanılır. Ahîd, Arabça bir kelime olup, söz vermek, bir işin yapılmasını üstüne almak manasınadır. Name ise Farsça bir kelime olup mektup, bir taraftan diğer tarafa yazılıp gönderilen resmî kağıt manasmadır.
Osmanlılarda bu iki kelime name-i ahid tamlamasından gevrilerek ahidname haline gelmiş ve “Ahîdname” tabiri ortaya çikmıştır. Arabça’da, müsaleha, müşhede kelimeleri ahidname karşılığı kullanılmıştır. Ahîdnameler iki hükümdar arasında olduğu gibi iki kumandan arasında da yapılırdı.
Ahîdnameler asr-i saadetten beri yapılagelmiştir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın çeşitli kabilelere verdiği ahidnameler vardır. Hulefa-i raşidinin de (radıyallahü anhüm) ahidnameleri vardır. Doğuda hükümdarlık alameti olarak ahidname verilmesi çok eskidir.
Abbasî halifelerinden Kaim bi-Emrillah, Büyük Selçuklu Devleti sultanı Tuğrul Bey’e 1057 (H. 449) senesinde ahidname vermiştir. Halifeler, sultanlara, hükümdârlara verdikleri ahidname gibi veliahdlarına da ahidname verirlerdi. Osmanlılar zamanında da ahidnameler verilmiştir. Osmanlı sultanının verdiği ahidnameye Ahîdname-i hümayun denilmiştir.
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamm, müslümanların, hıristiyanlara ve yahudîlere yapmakla mükellef oldukları muamele şeklini bildiren bir ahidnamesi şöyledir:
“Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün hıristiyanlara verdiği sözü bildirmek için yazılmıştır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak kendisini rahmet olarak gönderdiğini müjdelemiş, insanları Allahü teâlânın azâbı ile korkutmuş, insanlar üzerindeki emâneti muhâfaza edici yapmıştır. İşte bu Muhammed (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem), bu yazıyı müslüman olmayan bütün kimselere verdiği ahdi, sözü tevsik işin kaleme aldırdı.
Her kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun, Cenâb-ı Hakk’a karşı isyân, O’nun dini ile istihzâ etmiş sayılır ve Cenâb-ı Hakk’in lanetine müstahak olur. Eğer hıristiyan bir rahib (papaz) veya bir seyyâh (turist) bir dağda, bir derede veya cilltik bir yerde veya bir yeşillikte veya alçak yerlerde veya kum içinde ibâdet için perhiz yapıyorsa; kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle berâber, onlardan her türlü teklifleri kaldırdım. Onlar, benim himâyem altındadır.
Ben onları, başka hıristiyanlarla yaptığımız ahdler mucibince, ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden muaf tuttum. Cizye, harac vermesinler veya kalbleri râzı olduğu kadar versinler. Onlara cebr etmeyin, zor kullanmayın. Onların dinî reislerini makamlarından indirmeyin. Onları, ibâdet ettikleri yerden çıkartmayın. Bunlardan seyâhat edenlere mâni olmayın. Bunların manastırlarının, kiliselerinin hiç bir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp, müslüman mescidleri için kullanılmasın. Her ilim buna riayet etmezse Allah’ın ve Resûlünün kelamını dinlememiş ve günaha girmiş olur.
Ticâret yapmayan ve ancak ibâdet ile meşgul olan kimselerden, her nerede olurlarsa olsunlar, cizye ve garâmet gibi vergileri almayın. Denizde ve karada, şarkda ve garbda, onların borçlarını ben saklarım. Onlar benim himâyem altındadır. Ben onlara emân verdim. Dağlarda yaşayıp ibâdet ile meşgul olanların ekinlerinden harac ve uşr (ondalık) almayın. Ekinlerinden Beyt-ul-mâl (devlet hazînesi) için hisse çıkartmayın. Çünkü, bunların zirâati, sırf nafakalarını te’min etmek için yapılmakta olup, kâr için değildir. Cihâd için adam lâzım olursa, onlara baş vurmayın.
Cizye (varlık vergisi) almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mulkleri buhinursa bulunsun, yılda on iki dirhemden daha fazla almayın. Onlara zahmet, meşakkat teklif olunmaz. Kendileriyle bir müzdkere yapmak icdb ederse, ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecektir. Onları dâimd merhamet ve şefkat kanatları altında himaye ediniz! Nerede olursa olsun, bir müslüman erkekle evli olan hıristiyankadınlara, fend muamele etmeyin. Onların kendi kiliselerine gidip, kendi dinlerine göre ibâdet etmelerine mâni olmayın.
Her ilim ki, Allahü teâlânın bu emrine itâat etmez ve aksine hareket ederse, Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamberinin (sallallahü aleyhi ve sellem) emirlerine isyân etmiş sayılacaktır. Bunlara hilise tâmirlerinde yardımcı olunacaktır. Bu ahidnâme (sözleşme) kıyamet gününe kadar devâm edecek, dünya sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiç bir kimse bunun aksine bir harekette bulunamayacaktır.”
Bu ahidname hicretin ikinci senesi, Muharrem ayının üçüncü günü, Medîne’de Mescid-i Seadet’te hazret-i Ali’ye (radıyallahü teâlâ anh) yazdırılmıştır. Altındaki imzalar:
Muhammed bin Abdullah Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebu Bekr bin Ebî Kuhafe, Ömer bin Hattab, Osman bin Affan, Ali bin Ebi Talib, Ebu Hüreyre, Abdullah bin Mes’ûd, Abbas bin Kays, Zeyd bin Sabit, Haris bin Sabit, Zübeyr bin Avvam, Talha bin Abdullah, Sa’d bin Mu’az, Sa’d bin Ubade, Sabit bin Kays Zeyd bin Sabit, Haris bin Sabit, Abdullah bin Ömer, Ammar bin Yasir (radıyallahü teâlâ anhüm ecma’in).
Hazret-i Ömer’in, ilya (Kudüs) şehri ahalisine verdiği emanı bildiren ahidname: “İsbu mektup, müslümanların emiri Abdullah Ömer’in (radıyallahü anh), ilya ahalisine verdiği eman mektubudur ki; onların varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları, sağlam olanları ve diğer bütün milletler için yazılmıştır. Şöyle ki:
Müslümanlar onların kiliselerine zorla girmeyecek, kiliseleri yakıp yıkmayacak, mallarından bir habbe (tanecik) bile almayacak dinlerini ve ibadet tarzlarını değiştirmeleri ve İslâm dinine girmeleri için kendilerine karşı hiç bir zor kullanılmayacak. Hiç bir müslümandan en ufak bir zarar bile görmeyecekler. Eğer kendiliklerinden memleketten çıkıp gitmek isterlerse, varacakları yere kadar canları, malları ve ırzları üzerine eman verilecektir. şayet burada kalmak isterlerse tamamen te’minat altında olacaklar.
Yalnız ilya ahalisi kadar cizye (gelir vergisi) vereceklerdir. Eğer ilya halkından bazıları Rum halkı ile birlikte aile ve malları ile beraber çıkıp gitmek isterlerse ve kiliselerini ve ibadet yerlerini boşaltırlarsa, varacakları yere kadar canları, dinleri, malları üzerine eman verilecektir. Yerli olmayanlar, ister burada otursunlar, isterlerse gitsinler, ekin biçme zamanma kadar, onlardan hiç bir vergi alınmayacaktır.
Allahü azimüşsanın ve Allah’ın Resûlu sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerinin emirleri ve bütün İsfam halifelerinin ve umum müslümanların verdiği sözler, isbu mektupda yazılı olduğu gibidir.”
İmzalar: Abdullah Ömer bin Hattab
Şahidler: Halid bin Velîd, Amr ibni’l-As, Abdurrahman bin Avf, Muaviye bin Ebî Süfyan.
Habîb bin Mesleme’nin Gürcistan ülkesi beldelerinden Tiflis ahalisine verdiği ahidnamesi: “Sizin, çocuklarınız, ehliniz, mallarınız, kiliseleriniz, manastırlarınız ve mabedleriniz için bir te’minattır. Buna karşılık küçülmüşlüğü kabullenerek cizye vereceksiniz. Her aileye bir dinar cizye vergisi düşer.
Birden fazla aileyi bir araya getirerek cizye vergisini azaltmaya hakkınız olmadığı gibi, bizim de, cizyeyi çoğaltmak gayesiyle aynı aileyi parçalamaya hakkımız yoktur. Bizesadakatinizi esirgemiyeceksiniz ve Allahü teâlânın, Resûlunun ve mü’minlerin düşmanlarına karşı, güçünüz yettiği kadar bize destek olacaksiniz. Ayrıca müslüman misafiri bir gece iyilikle ve makul esaslar çerçevesinde ağırlamak ve ehli kitabın helal yiyecek ve içeceklerinden ikramda bulunmak size zaran dokunmayacak şekilde yolcuya yol göstermek ile mükellefsiniz. Eğer mü’minlerden biri yolunu şaşırırsa, onu en yakın mü’min ve müslüman bir cemaate ulaştırmanız icab eder. Ki onlardan ayrı düşmesin. Eğer İslâm’ı kabul eder, namazı kılar ve zekatı verirseniz, din kardeşlerimiz olursunuz. Her kim imandan, islâm’dan veya cizyeden kaçınırsa, o, Allah’ın, Resûlünün ve mü’minlerin düşmanıdır; ondan yardımma siğınılan ancak Allahü teâlâdır.
Eğer müslümanların sizi korumaya mani olan bir meşgaleleri ortaya çıkar da düşmanlarınız sizi hezîmete uğratırsa, bundan dolayı, sorumlu tutulmayacaksınız. Binaenaleyh müslümanlara ve mü’minlere döndükten sonra, bu, (yani düşmana mağlub olup istemeyerek ona ram olmanız) ahdinizi ihlal etmiş sayılmayacaktır. Leh ve aleyhinize olan (hak ve vazifeleriniz) bundan ibarettir. Buna Allahü teâlâ, melekleri, Resûlü ve mü’minler şahiddir. Şahid olarak Allahü teâlâ yeter.”
Resûlullah’ın halifesi hazret-i Ebu Bekr’in, Ensar, Muhacir ve diğer müslümanlardan meydana gelen bir orduyu kumandasına verip, dinden dönenler üzerine gönderdiği Halid bin Velîd’e (radıyallahü anh) ahidnamesi:
“Gizli ve açık her işinde Allahü teâlâdan kork. O’nun emirlerini yerine getirmekte büyük gayret göster. Allahü teâlâdan vaz geçip, O’ndan başkasına yönelenlerle ve İslâm’dan dalalete, cehalete ve seytanın isteklerine dönenlerle cihad et. Hangi ırktan olursaolsun, İslâmiyet’i kabul edenin, bu icabetini kabul et. Gerek iyilikle gerekse kılıçla, İslâm’a davet edilen kimseye adaletle muamele et. Allahü teâlâya imana davet olunan bir kimse bu daveti kabul ederse, ona asla zarar verme. Selman (radıyallahü anh), beraberinde bulunanlara komutan olarak harb etsin.
Ey Halid! Takva üzere ol. Emrin altındakilere yumuşak davran. Çünkü maiyetinde bulunanlar, İslâmiyet’i ilk kabul eden Muhacir ve Ensardan olup, Resûlullah’ın Eshab-ı kiramıdır. Karşılaştığın zorlukları onlarla istişare et. Onlara muhalefet etme. Ordunun önünden öncü birlik gönder. Konakladığın yerlerin insanlarına ikram ve ihsanlarda bulun. Her türlü hazırlığını tamamlamış olarak yola çık.
Sana en büyük tavsiyem, Yemame ehli hakkındadır. Onlarla muharebede çok dikkatli ol! Çünkü bana ulaştığına göre onların hepsi dinden dönmüşler. Onların kayalık çöl bir memleketi vardır. Ordunla oraya git. Umarım orada bulunan zayıflar hürmetine muzaffer olur, inşaallah onların memleketine girersin. Oraya girince çok dikkatli ol. Onlarla karşılaşınca, onlar seninle hangi silahla harb ediyorlarsa, sen de onunla muharebe et. Oka ok ile, mızrağa mızrak, kılıca kılıç ile mukabelede bulun. Yarın kıyamet gününde, beni sıkıntıya düşürecek bir seyle karşıma çıkma. Benim bu nasihatimi iyi dinle. Ezan duymadığın bir memlekete uğrama. Namaz kılanları öldürmekten sakın.
Ey Halid! Şunu iyi bi! ki, Allahü teâlâ senin içini de dişını da bilir. Orduna nasihat et. Onları kendilerine faydasi olmayan şeylerden nehyet. Bu nasihatima uyarsanız, düşmanlarınıza karşı muzaffer olacağımzi umanz. Allahü teâlânın bereketi ve yardımı ile git!”
1) Herkese Lâzım Olan İman; sh. 349, 350, 351
2) Cevâb Veremedi; sh. 25
3) Mecmu’â-i Münşeat-us-salatin; cild-1, sh. 30
4) Kitâbu’l-emval; No: 523
5) Fütuh-ul-büldân; sh. 238
6) Kitâb-ul-harâc