Zımmîlerin (gayr-i müslim vatandaşların), hür ve mükellef olan erkeklerinden, seneden seneye alınan şahsî vergi. Lügatte; ceza, karşılık anlamındadır. Yâni ölümden kurtulma ve mallarını, canlarını, her türlü haklarını koruma karşılığında, kâfirlerden vergi almak demektir. Cizyenin gayesi; kâfirlerin hakaret ve rüsvâylığını, müslümanlığın ise izzet ve şerefini göstermektir. Bu hakaret o derece te’sirlidir ki, cizye vermek korkusundan, kıymetli elbise giyemezler, süslenemezler, hakir sefil yaşarlar.
Cizye ile; kâfirlerin, müslümanlar arasında bulunarak, zamanla İslâm’ın güzelliğini, onun hak din olduğunu görerek müslüman olmaları ümîdi ile onlara mühlet tanınmaktadır. Bu bakımdan cizye, islâm’a güzel bir davet yoludur. Kâfirler, kendilerine verilen bu müddet içerisinde, müslümanlardan islâm’ın hak din olduğunun delillerini işitirler ve müslümanların müslümanlıkları sebebiyle taşıdıkları izzet ve şerefi; kendilerinin ise küfür üzere bulunmaları sebebiyle mâruz kaldıkları aşağılık ve rüsvâylığı görürler. Şayet Allahü teâlâ, onun hidâyetini dilemişse, bu durum onları müslüman olmaya oevkeder. İşte cizyenin meşru olmasındaki hikmet budur.
Cenâb-ı Hak, kâfirlerden cizye almağı yâni vergi vermelerini Kur’ân-ı kerîmde Teybe sûresi 29. âyet-i kerîmesinde emir buyurmuştur.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, cihâda çıkardığı büyük-küçük askerî birlikleri uğurlarken, kumandanlarına, Allahü teâlâdan korkmayı, beraberlerindeki müslümanlara iyi muamele etmelerini tavsiye ettikten sonra şöyle buyururlardı: “Müşriklerden düşmanına rastladığın zaman onları şu üç şeye davet et: islâmiyet’e davet et. Kabul ederlerse onları öldürme…
Kabul etmezlerse, cizye vermelerini iste. Kabul ederlerse, öldürme. Kabul etmezlerse Allahü teâlânın yardımına sığın. Onları öldür.”
Cizye, ehl-i kitâb denilen yahûdî ve hıristiyanlar ile ehl-i kitap kabul edilenlerden alınır.
Alınacak cizye mikdârı iki şekilde mütâlâa edilir:
1-Kâfirlerle sulh yaparken kararlaştırılan mikdâr, Bunun mikdârı sulh şartlarına tâbidir. Sonradan hiç değiştirilmez.
Yoksa zulüm ve haksızlık yapılmış olur.
Bu hususda bir vesika yâni ahidnâme yazılır. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, Necrân hıristiyanlarından aldığı cizye böyledir. O zaman senelik 2000 kat elbise vermek şartıyla andlaşma yapılmıştır. Devlet, İslâm ülke sinde ikâmet etmek için, İslâm devletinin himayesine girmeyi, kabul eden ehl-i kitaba da cizye vergisi koyar.
2-Gayr-i müslimlere gâlib gelip, onları kendi memleketlerinde ve mülklerinde; tebea, vatandaş olarak bıraktığı zaman, devlet başkanının koyduğu
cizye mikdârıdır. Bunun mikdârını şahsın gelirine göre devlet başkanı tâyin eder. Mükellef olan zımmîlerden her sene on iki dirhem gümüş; kolaylık olması için ay sonunda bir dirhem gümüş alınır (ki, yarım gram altın değerindedir.) Orta hallilerden ayda iki dirhem, zenginlerden dört dirhem alınır.
Calışamıyandan ve senenin yarısından fazla hasta olandan bir şey alınmaz.
Senede on bin dirhemden fazla geliri olana zengin denir. İki yüz dirhemden fazla kazanan orta hâilidir.
Cizye; çocuktan, kadından, çok ihtiyardan, din adamlarından ve müslüman olandan alınmaz.
İmâm-ı Mâverdî buyuruyor ki: islâm devletinin hâkim olduğu topraklarda yaşayıp, adaletine sığınan kâfirlerden şu şartlara uymaları istenir.
1-Kur’ân-ı kerîme dil uzatmamaları, tahrif edildiği iddiasında bulunmamaları,
2-Resûlullah efendimizi yalanlamamaları ve hakarette bulunmamaları,
3-islâmiyet’i kötülememeleri ve ona dil uzatmamaları,
4-Müslüman kadınlarla zina etmemeleri ve evlenme teşebbüsünde bulunmamaları, 5-Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışmamaları; onların mallarına, canlarına tecâvüz etmemeleri,
6-Düşmana yardım yapmamaları ve onların zenginleriyle dostluk kurmamaları.
Cizye akdinde bunlar şart koşulmasa da zımmîler bu şartlara uymak mecburiyetindedirler. Ayrıca şart koşulursa, uymadıkları takdirde andlaşmayı da bozmuş olurlar.
Halîfe, gayr-i müslimlerle yapılan andlaşmayı her şehrin kütük defterine yazdırır. Bu andlaşmaya uymadıkları zaman cezalandırılırlar. Her kavmin andlaşma hükümleri başkadır.
Zımmîler, cizye vermekle Kendileri için iki hak ortaya çıkar.
1-Onlara doku nulmaz.
2-Himaye edilirler. Dokunulmazlıklarıyla, emniyet içinde yaşarlar; himaye edilmeleri ile, tehlike ve zarardan korunmuş olurlar.
İşte cizye veren gayr-i müslimler; canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını İslâm’ın adaletine sığınarak korumuş olurlar. Ticâretlerinde, işlerinde serbest olurlar. Cizye vermeyi kabul etmekle, islâm devletinin vatandaşı olurlar. İslâm’ın adaleti altında müslümanlar gibi huzur içinde yaşarlar, din ve vicdan hürriyetine sâhib olurlar, ibâdetlerinde serbest olurlar.
İmâm-ı Ebû Yûsuf da, bu hususta halîfe Harun Reşîd’e nasîhatte bulunarak şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emîri! Allahü teâlâ yardımcın olsun. Zımmîlere yumuşak davranmak, hâl ve hatırlarını sormak hususunda vali ve âmillerine nasihat eyle ki, onları haksızlığa uğratmasınlar, kaldıramayacakları şeyleri yüklemesinler, vermekle mükellef oldukları vergileri âdilâne alsınlar. Resûlullah efendimiz buyurdular ki: “Kim zımmiye zulmeder veya taşımayacağı yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım.”
İSLÂMİYET’İN YÜCELİĞİ VE GÜZELLİĞİ
Cizye vererek, islâm devletinin adaletle muamelesi karşısında, islâm’ın yüceliğini ve güzelliğini görerek binlerce gayr-i müslim, seve seve müslüman olmakla şereflenmişdir. Nitekim hazret-i Ömer zamanında, Rum Kayseri Herakliüs’ün büyük ordularını mağlûb eden islâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrah (radıyallahü anh), zafer kazandığı her şehirde adamlarını dolaştırarak, Rumlara Halîfe hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi.
Humus şehrini alınca da; “Ey Rumlar! Allah’ın yardımı ile ve Halîfemiz Ömer’in emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır, islâmiyet’in adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı müslümanları koruduğumuz gibi sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere müslümanlardan hayvan zekâtı ve öşür aldığımız gibi, sizden de senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almayı Allahü teâlâ emretmektedir” dedi.
Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip Beytülmâl emini Habîb bin Müslim’e teslim ettiler. Herakliüs’ün bütün memleketinden asker toplayarak, Antakya’ya hücûma hazırlandığı haber alınınca, Humus şehrindeki askerin de Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde (r. anh), şehirde me’mûrlara ilân ettirerek; “Ey hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiş, buna karşılık sizden cizye almıştım. Şimdi ise halîfeden aldığım emir üzerine Herakliüs ile harb edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum, size verdiğim sözü yerine getiremiyeceğim. Bunun için hepiniz Beytülmâl’a gelip, cizyelerinizi geri alınız, isimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır” dedi. Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar, müslümanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden kurtuldukları için bayram yaptılar, sevinçlerinden ağladılar, bir çokları severek müslüman oldu.