Darü’l-İslâm ise; Müslümanların hür ve emin olduğu ve İslâmî kuralların geçerli olduğu ülke demektir.
Darü’l-harb statüsünde bulunan bir beldenin darü’l-İslâm olabilmesi için yalnızca tek bir şart vardır. O da o beldede İslâm hükümlerinin uygulanmaya başlamasıdır. Müslüman olmayan bir ülkenin, Müslümanlar tarafından fethedilerek içinde Cuma ve bayram namazı gibi İslâm hükümlerinin tatbik edilmeye başlanmasıyla o ülke İslâm beldesi hükmüne geçmiş olur. Bu hususta bütün Hanefî hukukçuları fikir birliği içindedir.
Hanefî mezhebinde bir darü’l-İslâmın, darü’l-harbe dönüşmesi hususunda ise iki ayrı görüş vardır. İmâm-ı Azam Hazretlerine göre şu üç şartın birlikte bulunması gerekir ki o İslâm beldesi Dar-ı Harp hükmüne geçsin:
İçinde küfür hükümlerinden başka hiçbir hükmün tatbik edilmemesi; küfür hükümlerinin yüzde yüz uygulanmadığı, meselâ, sadece Cuma ve bayram namazlarının kılınabildiği bir belde darü’l-harp sayılamaz. Serahsi bu hususta şöyle der: “Bu şartın gerçekleşmesi için orada şirk ahkâmının tamamıyla açıktan açığa icra edilmesi ve İslâm hükümlerinin kesin bir şekilde kaldırılmış olması gerekmektedir.” (el-Mebsût)
İbn-i Âbidin’e göre ise “bir beldede İslâm hükümleriyle müşriklerin hükümlerinin birlikte icra edilmesi hâlinde orası yine İslâm beldesi hükmündedir.” (Dürrü’l-Muhtar Şerhi)
Yüce İslâm dinine göre yer küresi ikiye ayrılır:
- Dârü’l-İslâm
- Dârü’l-harb veya Dârü’l-küfr.
Dârü’l-İslâm; müslümanlann feth ettikleri veya ahalisi kendi isteğiyle müslüman olmuş olan yerdir. Dârü’l-harb ise İslâm haki-miyyeti altına girmeyen yerdir. Dârü’l-İslâm’ın dârü’l-harba dönüp dönmeyeceği hususunda ihtilaf vardır. Şâiıî mezhebine göre İslâm hakimiyyeti altına bir defa giren bir ülke artık hiç bir surette dârü’l-harb olamaz. Ebedi olarak İslâm diyarı kalır (25).
Buna göre daha önce Endülüs, Filistin, Rusya’nın bir kısmı ve Çin gibi müslümanlarm eline geçmiş ve bugün istilaya uğramış olan müslüman toprakları İslâm toprağı sayılır. Müslümanlar bunları geri almak için çalışmadıklarından dolayı Allah’ın indinde sorumludurlar.
Hanefî mezhebine göre ise dârü’l-İslâm, dârü’l-harbe dönüşebilir. Şöyle ki: Ebû Yûsuf ile Muhammed’e göre, bir İslâm ülkesi içinde İslâm ahkamı tatbik edilmezse dârü’l-harbe döner. İmam-ı A’zam’a göre ise bir İslâm ülkesinin dârü’l-harbe dönüşebilmesi için üç şartın bir arada bulunması gerekir. Bu şartlar şunlardır:
- Dârü’l-harb ile bitişik olması,
- İçinde İslâm ahkamının tatbik edilmemesi,
- Ahalisinin emniyyet ve güvenliklerinin kalmamasıdır (26).
Daha önce dârü’l-İslâm olan bir ülke şayet dârü’l-harb ile bitişik olmazsa veya orada İslâm ahkâmı tatbik edilirse ya da ahalinin emniyyeti varsa dârü’l-İslâm olarak devam eder.
Dârü’l-İslâm ile dârü’l-harb arasında ne fark vardır. Bu konudaki hükümler nelerdir?
Dârü’l-harbde zina eden, hırsızlık yapan, içki içen ve kasden birisini öldüren kimse günahkâr olur ve İslâm diyarına gelse de hakkında hadd ve kısâs cezaları uygulanmaz. Ayrıca İmam Ebu Hanife ile Muhammed’e göre bir müslüman dârü’l-harbde gayr-i müslimlerden faiz alsa ve gâlib geleceğini bilmek şartıyla kumar oynasa da günahkâr olmaz. Fakat Ebu Yûsufa göre faiz ve kumar her yerde haramdır (27).
Şâfiî mezhebine göre de faiz ve kumar her yerde haramdır. Bu hususta dârü’l-İslâm ile dârü’l-küfür arasında fark yoktur (28). Bir memleketin dârü’l-harb olması Cum’a ve Bayram namazına mani değildir.
Dipnot
(25) Tuhfetü’l-Muhtâç, c. 9, s. 295
(26) Bedâyi’ al-Senâyi’, c. 9, s. 4375 Mısır baskısı
(27) Bedâyi’ al-Senâyi’, c. 9, s. 4375-4376; İbn Âbidin, c. 3, s. 249