Girişim dergisinin Aralık 1986 sayısında bir zât, İslâm’da recm cezasımn bulunmadığını ve sonradan düzenlendiğini belirtmektedir. Uzun konuşmasıyla İslâmî bilgilere sahip olmadığı ve hadisleri mutlak olarak kabul etmediği gibi hiçbir delile dayanmadan indî bir şekilde konuştuğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca sözleri arasında gayet açık çelişkiler bulunmaktadır. Başından sonuna kadar bu konuşmalarını tahlil süzgecinden geçirerek işin gereğini ortaya koymak çok uzayacaktır. Bunun için birkaç cümlesini aynen naklederek İslâm’da recm’in durumunu kısaca belirtmekle yetineceğim. İşte bazı sözleri:
“Kur’ân-ı Kerîm’de düzenlenen idam cezalarının, icrası bakımından en ağır şekli, taşlanarak öldürme diye telakki edilen “recm”. Eğer Kur’ân-ı Kerîm’de düzenlenmiş olsa idi söylenecek bir şey yoktu. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm’e bakıyoruz, “recm” cezası diye bir şey mevcut değil. Şu halde nereden çıkıyor, zinâ için (eğer taraflar evli ise) recm cezası, taşlanarak öldürme cezası tertip edilmesi.”
“Uygulama olarak, rivayet edilen hadîslere bakılırsa ölümle sonuçlanan recm cezasını kabul etmemiz gerekiyor. Ama ben bunu kabul edemiyorum. Bu hususun sünnetle düzenlenecek bir husus olduğunu sanmıyorum.”
“…Benim kanaatim ki, bütün müslümanların da kanaati bu olmalıdır, “hadîs” de vahiydir. Hz. Peygamber kendiliğinden bir şey söylemez, ne söylerse vahiydendir. Vahiyde de çelişki olmaz.” Sözleri arasındaki çelişkiye bakınız. O bir yandan diyor ki: Bu meselenin sünnetle düzenlenecek bir husus olduğunu sanmıyorum, diğer bir yönden de diyor ki: Hadis de vahiydir. Peki hadis de vahiy ise neden recim cezası onunla sabit olmasın, neden namaz ve zekat gibi ibadetlerin keyfiyet ve tafsilatı onunla sabit olsun da, recm onunla sabit olmasın.
Yukarıda belirttiğim gibi şimdi de İslâm’da recm’in varlığı üzerinde duralım. İslâm dini, Hz. Muhammed (sav)’in semadan getirdiği İlâhî bir nizamdır. Bu nizam geldiği gibi ebediyen kalacaktır. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de bunu vadetmiştir. Onda tasarruf etmek, bir kelimesini bile değiştirmek için hiç bir kimseye yetki verilmemiştir. Kişinin keyfine göre izahı yapılamaz. Şayet yapılacak olursa İslâm sayılmaz.
Bu nizama iman eden kimseye müslüman, etmeyen kimseye de gayr-ı müslim denir. Kişinin müslüman olabilmesi için onun tümüne iman etmesi gerekir. Bir kısmını kabullenip diğer bir kısmım reddetmesi muteber değildir. Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
“Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır…” (18).
Bu ilahi nizamın, vahyi metluv ile vahyi gayri metluv olmak üzere iki ana kaynağı vardır. Vahyi metluv, tilavet edilen yani okunan demektir. Bu da elimizde bulunan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Vahyi gayri metluv ise, vahye dayanan peygamberin söz ve fiilleridir. Hz. Peygamberin hadisi de buna işaret etmektedir. Peygamber (sav) efendimiz Muaz bin Cebel’i Yemen’e kadı olarak göndermek istediğinde ona hitaben buyurdular ki:
— Ey MuazI Hüküm vermen için sana gelindiğinde nasıl davranacaksın?
— Allah’ın kitabı ile hükmederim.
— Allah’ın kitabında O hükmü bulamazsan ne yaparsın?
— Resûlüllah (sav)’in sünneti ile hükmederim.
— Onda da bulamazsan ne yaparsın?
— İctihad ederim, elimden gelen gayreti hiç esirgemem.
Demek ki, Kur’ân-ı Kerîm’de veya sünnet-i seniyye’de yer almamış olan bir hükmün mahiyetini anlamak için içtihada baş vurula-caktir. Ve o hükmü ictihadla çözümlemek mümkündür. Yalnız ictihad ile ortaya çıkan hüküm, kesin olarak İslâm’ın hükmüdür, diyemeyiz. O, doğru olabileceği gibi yanlış da olabilr. Peygamber (sav) bu konuda şöyle buyurur: “Müctehid, isabet ederse iki ecri, hata ederse bir ecri vardır.” Bunun için müctehidin içtihadını kabul etmek mecburiyetinde değiliz.
Meselâ Şâfîî mezhebine göre bir erkeğin vücudu namahrem bir kadının vücuduna dokunursa abdesti bozulur. Hanefî’ye -göre ise bozulmaz. Hanefî olan bir kimse Şâfiî’nin bu içtihadım kabul etmediği için ne günahkar olur, ne de inancına bir halel gelir. Yine Hanfî mezhebine göre bir kimsenin vücudundan kan çıkarsa abdesti bozulur. Şafiî’ye göre ise bozulmaz. Şâfiî olan bir kimse bunu kabul etmediğinde günahkâr olmaz. İnancı da zedelenmez. İctihadî meseleler sayılamayacak kadar çoktur.
Demek ictihaddan kaynaklanan ihtilaflı meseleleri inkar etmek imana zarar vermez. Tabiatıyla her müctehid ve onun mukallitleri ihtilaflı meselelerde diğer müctehidlerin ictihadlannı kabul etmemektedirler. Ama Kur’ân-ı Kerîm’in veya mütevatir bir sünneti şeniyyenin kesin olarak açıklandığı bir hükmü inkar etmek İslâm hududunun dışma çıkmak demetir. Meselâ, namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin farziyeti, öldürme, içki, zinâ ve gıybet gibi şeylerin yasak oluşu Kur’ân-ı Kerîm’in nassı ile sabit olduğundan onları inkar etmek küfür ve dalalettir. Bunun gibi de farz olan namazın rekat sayıları, her rekatta rüku ve secdelerin adedi Kur’ân-ı Kerîm ile değil, mütevatir olan vahyi gayri metluv ile sabit olmuştur. Bunu da inkar etmek küfürdür.
“İslâm’ın bütün hükümlerinin Kur’ân-ı Kerîm’de yer alması gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamış bir hüküm İslâmî değildir,” demek küfürdür. Çünkü bazı cahillerin dediği gibi durum böyle olsaydı İslâm nasıl yaşanacaktı; nasıl namaz kılınacak, nasıl zekât verilecek, nasıl hac ibadeti eda edilecek, nasıl oruç tutulacaktı? Zira Kur’ân-ı Kerîm bunları emretmiş ama tafsilatına girmemiştir. Her namaz kaç rekattır, her rekatta kaç rüku ve sücud vardır? Zekâta tabi olan şeyler çeşit çeşittir. Her çeşidin zekât miktarı nedir? Nasıl tavaf edilecektir? Her tavaf kaç şavttır? Nasıl ve nereden ihrama girilecektir? Bütün bunları açıklayan Kur’ân-ı Kerîm değil, peygamber (sav)’dir. Onun hadisidir. Durum böyle olsaydı o zaman bütün bu ibadetleri terketmek icabederdi.
Her akıl baliğ ve evlenmiş olan kimseye zina etmesi sebebiyle dinen kendisine uygulanması gereken recm cezası da bu kabildendir. Yani vahyi metluv ile değil, vahyi gayri metluv olan Allah’ın kelamı ve peygamberin (hadisi) ile sabit olmuştur.
Buharî, Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında sabit olduğu üzere Hz. Ömer (ra) şöyle buyurmuştur. “Recm cezası, vahyi gayri metluv olan şu ilahi sözlerle sabit olmuştur: “Yaşlı olan erkek ile yaşlı olan kadın zina ederlerse Allah tarafından bir ceza olarak onları recmediniz. Allah Azîzdir, Hakimdir.”
Hz. Peygamber (sav) bizzat yukarıda zikredilmiş sıfatlarla mut-tasıf iki yahudi ile Maiz el-Eslemî ve Gamidiye hakkında recm cezasını uygulamıştır. Hulefai Raşidin de aynı minval üzere devam etmişlerdir. Selef ve halef alimleri bu hususta ittifak halindedirler. Yani recm mütevatir sünnetle sabit olduğu gibi icmâi ümmetle de sabittir. Hariciler müstesna hiç kimse muhalefet etmemiştir. Hariciler Hz. Ali, Hz. Muaviye ve taraftarlarım, Hz. Aişe ve taraftarlarım tekfir eden sapık bir fırkadır. Binaenaleyh recm gibi meseleleri ortaya atmak suretiyle müs-lümanların kalbine vesvese verip inançlarını zedelemeğe çalışan kimselere karşı çok uyanık olmak gerekir. Düşman elbette durmaz. Bir gün müslümanlan irtica ile damgalamağa çalışacak, başka bir gün İslâm’ın emri olan kadın örtüsünü inkara kalkışacak, diğer bir gün de recm’i dile getirecek.
Fukaha bu ağır cezayı tatbik etme hikmetini şöyle açıklıyorlar: Hür, akıl baliğ olduğu ve sahih bir nikahla evlendiği halde Allah’ın şiddetle yasaklamış olduğu bu büyük cinayeti, aldırış etmeden işleyerek başkasının namusunu kirİetmek suretiyle kendisiyle zinâ ettiği kadının babasını, anasını, kardeşlerini ve çocuklarım lekeleyerek hayatları boyunca başlarım aşağıya eğmelerine sebep olan kimse böyle bir cezaya müstehaktır. Aynı zamanda bu tür cezanın uygulanması, başkasının da böyle bir işe teşebbüs etmesine engel olacaktır. (19).
2— Şüphe yok ki İslâm âleminde irtidat kapısının her iki kanadı açılmıştır. Yüz milyonlarca insan müslüman görünümünde olup biz de müslümanız deseler de İslâm’ın birçok hükümlerini kabul etmedikleri için Allah’ın (c.c.) indinde müslüman değildir. Öte yandan da yüz milyonlarca müslüman varki mahkûm olup bütün imkanlardan tecrit edilmiştir. Bu masumlan müslüman saymayıp küfür damgası ile damgalamak ve İslâm hududu dışına atmak doğru değildir. Zaten İslâm’a göre hiçbir kimse hiçbir kimseyi İslâm hududu dışına atamaz. Ve böyle bir selahiyyet de kimseye verilmemiştir.
3— Müslümanların birliğini sağlayıp onlara dirlik veren faktörlerden biri cami ve cemaattir. Bunun için cami ve cemaat İslâm’ın şian sayılıyor. Bu şiarı terkedip boykot etmek ve müslümanlan ondan uzaklaştırmak için çaba göstermek büyük vebaldir. Bir yönden düşmanın safma geçmek anlamını taşır. Düşmanın istediği de budur. O bunun için çalışır ve bunu arzu eder. Maazallah cemaat ve imam müslüman olmazsa caminin suçu nedir? Asırlarca mabet olarak kullanılmış, içinde ALLAH, ALLAH sedaları yükselmiştir. Şimdi ise, mescid el dirar olmuştur demek doğru değildir.
Camii ve cemaat hakkında böyle suizan beslemek günahtır ve affedilmeyen bir suçtur. Bu zihniyette olanlar iki üç asırdan beri müslümanlann hem içten hem dıştan nasıl vurulduklarını ve İslâm devletinin nasıl dilim dilim edildiğini biliyorlar. Yapılan bu tahribat yetmiyormuş gibi bu sefer müslüman oldukları için her çeşit zulüm ve hakarete maruz kalmış kimseleri müslüman olarak saymamak doğrusu insafsızlıktır. Temennimiz İslâm’ı samimi olarak seven bu cemaatin eza ve zulümden vazgeçip itidal dairesine geri dönmeleri ve müslümanlann vahdetini sağlamak için tekrar müslüman kardeşleri ile kucaklaşmalarıdır.