Peygamberimiz, kendisini öldürmek için bekleyen müşriklerin önünden geçip giderken hangi sureden ayetler okumuştur?
Peygamber Efendimiz müşriklere görünmeden evinden nasıl çıktı? Peygamber Efendimiz’in hicret esnasında evinden çıkarken okuduğu ayetler hangileridir?
Hicret gecesi, Resûlullâh, daha hâne-i saâdetlerinden çıkmadan müşrikler evin etrâfını sarmışlardı. Fakat Allâh’a tevekkül ve teslîmiyeti sonsuz olan Hz. Peygamber’de hiçbir tereddüd, endişe ve telâş emâresi görülmüyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, mübârek ellerine bir avuç toprak alarak müşriklerin üzerine serpti ve Yâ-sîn Sûresi’nin şu âyet-i kerîmelerini okuyarak aralarından süzülüp geçti:
اِنَّا جَعَلْنَا فِى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلاَلاً فَهِىَ اِلَى اْلاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ. وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ
“Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar. (Ayrıca) önlerinden ve arkalarından birer set çektik de onları sardık; artık göremezler!” (Yâ-sîn, 8-9)
Göremezlerdi elbette! Çünkü onların kalplerinin körlüğü gözlerini âmâ etmişti. Aralarından geçen ise, Fahr-i Kâinât, Âlemlerin Efendisi, Varlık Nûru idi. Tabiî ki, kör kalplerin ve gözlerin Nûr’u görmesine imkân yoktu. Nitekim görmediler de!..
Bir kimse müşriklerin yanına gelip onlara:
“−Siz burada neyi bekliyorsunuz?” diye sordu.
Onlar:
“−Muhammed’i bekliyoruz!” dediler.
Bunun üzerine o şahıs:
“–Allâh sizi umduğunuza erdirmesin! Vallâhi Muhammed çıkmış ve başınıza toprak saçıp gitmiş!” dedi.
Müşrikler ellerini başlarının üzerine sürdüklerinde, toprak içinde kaldıklarını gördüler. Hemen içeriye baktılar. Peygamber Efendimiz’in döşeğinde birisinin uyumakta olduğunu gördüler:
“−İşte Muhammed! Örtüsüne bürünmüş uyuyor!” dediler.
Hemen yatağa doğru yürüdüler. Yataktaki zât doğrulup onlara bakınca müşrikler şaşkınlıktan donakaldılar, gözlerine inanamadılar! Zîrâ karşılarındaki Allâh’ın Resûlü değil, Hz. Ali idi!
Kendi kendilerine:
“−Vallâhi, adamın bize söylediği doğru imiş!” dediler.
Kureyş müşrikleri, Hz. Ali’ye öfkeyle:
“−Amcanın oğlu nerede ey Ali!?” diye bağırdılar.
Hz. Ali:
“−Bilmiyorum, bu hususta bir fikrim yok! Hem O’nun üzerinde gözcü de değilim! Siz O’na Mekke’den çıkıp gitmesini söylediniz! «Bizden ayrıl, git!» dediniz. O da çıkıp gitti.” dedi.
Bunun üzerine müşrikler Hz. Ali’yi azarladılar ve tartakladılar; hattâ Mescid-i Harâm’a götürüp bir süre hapsettikten sonra bıraktılar. (İbn-i Hişâm, II, 96; Ahmed, I, 348; Ya’kûbî, II, 39)
Kalpleri kilitli ve hakîkate âmâ olan bedbahtlar, hâne-i saâdetin etrâfında çirkin bir niyetle beklerlerken, Allâh Resûlü, ilâhî emniyet içinde, çoktan Hz. Ebûbekir’in evine varmıştı. Çünkü müşriklerin bir plânı vardı, ama Allâh’ın da bir plânı vardı ki, onun dışında geçerli olabilecek hiçbir hüküm yoktu. Bu husûsu Cenâb-ı Hak şöyle bildirir:
“(Ey Resûlüm!) Kâfirler Sen’i tutup bağlamak veya öldürmek yahud Sen’i (yurdundan) çıkarmak için Sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (Sana) tuzak kurarlarken, Allâh da (onlara) mekir (tuzak) kuruyordu. Çünkü Allâh, mekir (tuzak) kuranların en hayırlısıdır.” (el-Enfâl, 30)