Mekke döneminin en sıkıntılı anında Hz. Hatice ile Ebu Talib’in vefat ettikleri yıl. Kaynaklarda Hz. Hatice ve Ebû Tâlib’in vefat ettiği nübüvvetin onuncu yılı “senetü’l-hüzn / âmü’l-hüzn” diye isimlendirilmiştir. Bu ismin doğrudan Resûl-i Ekrem tarafından verildiği de zikredilmektedir (Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, I, 266; Nûreddin el-Halebî, II, 41).
Peygamberimizin amcası Ebu Talip ne zaman vefat etti?
Ebu Talib bin Abdülmuttalib – Vikipedi
Bu boykot bittikten kısa bir süre sonra Ebu Talib, yaşlılığı ve yaşanılan olayların verdiği yorgunluk nedeniyle hastalandı ve 619 senesinde Mekke’de öldü.
Peygamberimizin Eşi Hz. Hatice’nin Ne Zaman Vefat Etti
Ebû Tâlib’in vefatından üç gün gibi kısa bir zaman sonra, Efendimizin pâk zevcesi Hz. Hatice de bi’setin 10. yılı, Ramazan ayında 65 yaşında iken, fani dünyadan ebedî âleme göç etti.
Namazını bizzat Resûl-i Kibriyâ Efendimiz kıldırdı ve Hacun Kabristanına defnedilirken gözlerinde yaş, onu örten kara toprağı uzun uzun seyretti.
Ard arda vuku bulan bu acı hâdiseler Nebiyy-i Muhterem Efendimize pek ziyâde hüzün ve elem verdi. Çünkü Hz. Hatice, teslimiyeti, itâati, kalbinin rikkati, vefakârlığı, şefkatı, îmânının kuvveti, sadakat ve faziletiyle onun yeryüzünde en büyük destek ve tesellicisi idi. Herkes düşman iken Risâletini ilk defa o tasdik etmişti. Herkes, ondan uzaklaşıp kaçarken o, kendine kalbini açmış ve muhabbetini rikkatli kalbine gömmüştü. En sıkıntılı zamanlarında tek teselli kaynağı olmuştu.
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin bu derin teessüründe Hz. Hatice-i Kübrâ’ya olan müstesna sevgisinin de şüphesiz büyük payı vardı. Öyle ki, vefâtından sonra bile onu hiçbir zaman unutmadı ve yeri geldikçe ondan takdirle, rahmet ve muhabbetle bahsederek hatırasını yâdederdi. Ona olan sevgisinin bir tezahürü olarak, akrabalarına dahi yardımda bulunur, şefkat ve merhametini onlardan hiçbir zaman eksik etmezdi.
Günün birinde Hz. Hatice’nin kızkardeşi Hâle’nin sesini duyunca hemen sevgili hanımını anmıştı. Buna şâhid olan Hz. Âişe Vâlidemiz; “Allah’ın kendisine ondan daha genç ve güzel hanımlar verdiğini.” söylemişti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe’nin bu sözlerinden rahatsız olduğunu belli etmiş ve Hz. Hatice’nin iyilik ve faziletlerinden bahsetmişti. Habib-i Kibriyânın söylediklerinden rahatsız olduğunu anlayan ferasetli Âişe (r.a.) içtenlikle,
“Yâ Resûlallah! Seni Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra Hatice’nin menkıbelerini her zaman anlatmanı istiyorum.” (10)
diyerek gönlünü almaya çalışmıştı.
Yine, Resûl-i Ekremin Hz. Hatice Validemizi dâimâ takdir ve muhabbetle yâdettiğini ve Hz. Âişe Validemizin bunu kıskandığını, bizzat Hz. Âişe’nin (r.a.) şu ifâdelerinden öğreniyoruz:
“Nebinin (a.s.m.) kadınlarından hiçbirini, Hz. Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Halbuki; onu Resûlullahın yanında görmemiştim bile! Fakat, Resûlullah, onu benim yanımda çok yâdederdi. Çok kere koyun keser, Hz. Hatice’nin samimi arkadaşlarına et gönderirdi. Bazen ben sabırsızlık göstererek,
‘Sanki yeryüzünde Hatice’den başka kadın yok mu?’ derdim. Resûlullah da,
‘Hatice şöyle idi, Hatice böyle idi’ diye iyiliklerini sayar ve ‘Ondan çocuklarım var’ buyururdu.” (11)
Resûlullah Efendimiz Hira’ya devam ettiği sıralarda Hz. Hatice Validemiz de ona yiyecek taşırdı. Bu sırada bir gün Cebrâil (a.s.) gelerek,
“Yâ Resûlallah! İşte şu uzaktan sana doğru gelen Hatice’dir. Yanında içinde yemek bulunan bir kab var. Yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Cennette inciden yapılmış bir sarayın kendisine verileceğini müjdele ki, onun içinde ne gürültü patırtı vardır, ne de çalışmak çabalamak.” (12) dedi.
Hz. Ali de Rasulullah’dan şöyle işitmiştir:
“Kendi zamanımdaki kadınların hayırlısı İmrân’ın kızı Meryem’di. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice’dir.” (13)
Ard arda vuku bulan bu acı hâdiselerin mübârek kalbleri üzerinde bıraktığı derin teessür ve elem sebebiyle Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bi’setin bu 10. yılını “senetü’l-hüzün (hüzün yılı)” olarak isimlendirdi.