Sütanne, öz anne gibidir, sütannenin kocası da öz baba gibidir. Sütannenin diğer çocukları ise öz kardeş gibidir.
Usûl ve furûa yani anne, baba, dede ve ninelerle, çocuk ve torunlara zekât verilmez (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 381). Çünkü kişi bakmakla yükümlü olduğu bu kimselere zekât verecek olsa verdiği zekât dolaylı yoldan kendisine dönmüş olacaktır. Oysa zekât veren, verdiği zekâttan hiçbir maddî menfaat sağlamamalı ve ondan yararlanmamalıdır.
Ayrıca bu durumda, zekât olarak verilen malın ihtiyaç sahibinin mülkiyetine geçirilmiş olması şartı da ihlal edilmiş olur. Sütanne ve sütbaba ise kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimselerden olmadığı için onlara zekât verilebilir.
Peygamber Efendimiz (asm) de sütannesini hep yüceltmiş, ihtiyaçlarını karşılamış, bazen anne, bazen teyze gibi her yönüyle kendisine sahip çıkmıştır. Siyer ve tarih kaynaklarında bunun pek çok örneğini bulmamız mümkündür.
Örneğin, sütannesi olan Hz. Halime validemize karşı son derece şefkat ve saygı gösterir, gördükçe “anneciğim, anneciğim” diyerek hürmet eder, sırtındaki ridasını çıkarıp altına sererek üzerine oturtur, bir ihtiyacı varsa gidermeye çalışırdı.
Nitekim, Peygamber Efendimizin (asm) Hz. Hatice ile evlendikten sonra Mekke’ye gelen sütannesi Halime’yi ağırladığı, beni Sad yurdunda yaşanan kuraklıktan ve hayvanlarının telef olmasından dert yanan sütanneye destek olmak üzere eşi ile görüştüğü, bunun üzerine varlıklı bir hanım olan Hz. Hatice’nin Halime’ye kırk koyun, binek olarak da bir deve hediye ederek sütannenin gönlünü aldığı bildirilir. (bk. İbn Sad, Tabakat, 1/93, İbn Cevzî, el-Vefâ, 1/114)