Vasiyyet, ölüme muzaf olarak malını veya malının bir kısmını bir şahsa temlik etmektir. Mîras âyeti nazil olmazdan evvel Cenâb-ı Hak Kur ân-ı Kerîm’inde, “Sizden birinize ölüm gelip çattığı vakit, mal bırakacak olursa, anaya, babaya ve yakm akrabâya meşrû sûrette vasiyyet etmek takva sahipleri üzerinde bir hak olarak farz kılındı. “mealinde olan âyet-i kerîme ile yakınlara vasiyyet farz kılınmıştı. Fakat sonra nazil olan Nisâ sûresindeki mîras âyetleriyle bu hüküm nesih olunmuştur2. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu hadîs-i şerifleriyle bu neshi beyan buyurmuştur.
Bir kimse terekesinin üçte birini vasiyyet etmesi câiz ise de diğer vârisler ölümden sonra icâzet verip razı olmadıkça, vârise vasiyyet câiz değildir. Vârislerden bazıları icâzet verir ve bazıları vermezse icâzet verenin hissesinde vasiyyet mu’teber olur.
Vârise vasıyyetin câiz olmaması vârisler arasında adâvete ve vasiyyet edeni hürmetsizlikle yâda sebep olacağı içindir. İcâzet ve nzâ hâlinde bu ihtimâl mevcut değildir.
Bâzı garp kanunları ve bu meyanda İsviçre Medenî Kanunu, tasarruf nisabı dâhilinde vârise vasıyyeti tecviz eder ki, bizce ma’kul değildir. Çünkü bu, hem vasiyyet yapanı, hem yekdiğerine karşı vârisler üzerinde menfi te’sîri mûcip olarak, âile muhabbet ve sevgisini ihlâl eder.