Ahit ve akit, gerek fertler ve gerek kavimler arasında olsun, en ziyâde i’timad olunacak bir râbıtadır ki, tarafları taallûk eylediği hususda sımsıkı bağlar, bir sebep olmadıkça o rabıta bozulmaz. Aksi kabûl edilirse, dünyâda i’timad olunacak hiçbir şey kalmaz, insan münâsebetleri hercümerc olarak yerine anarşi kâim olur. Bunun içindir ki, İslâm Dîni bir sebep olmadıkça, ahdi ihlâli hıyânet sayar. İşte bu hadîs-i şerîf bu esâsa mebnîdir.
Aynı hadîs-i şerîfde, Resûl-i Ekrem; ben elçileri hapsetmem, buyurmuştur. Elçi dâr-i İslâm’a müsâade ve emânla gelir. Bu cihetle bunlara iyi muâmele gösterilir.
Muhaddisler, bu hadîs-i şerifin sebeb-i vürûdunu şöyle îzah ederler; Râvî “Ebû-Râfi” demiştir ki: Benî Kureyş kavmi Resûl-i Ekrem’e elçi olarak göndermişti. Resûlu’llâh’ı görünce, Allah kalbimde İslâm aşkını canlandırdı, dedim ki: Yâ Rasûia’llah, ben artık kavmime ebediyyen dönmeyeceğim.
Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem bu hadîs-i îrad buyurdu. Ve: Dön, eğer rûhundaki bu arzu devam ederse yine gelirsin, buyurdu. Döndüm, fakat durmadan geldim, İslâm’ı kabûl ettim.
Resûl-i Ekrem, Râfi’in isteğini kabûl etseydi ahde muhâlefet ederek onu alıkoymuş gibi olacaktı.