Ekâbir, ekberin cem’idir. Ekber, ziyâde büyük yâni ilim, fazilet, ahlâk ve tecrübe sâhibi demektir. Bir cemiyette ancak bunlarda hayır ve fâide beklenir. Binâenaleyh, bu gibüere hürmet edüip lâyık olduklan mevkilerde tutmak, onları tezyif den ve halk nazarında küçük düşürecek isnatlardan çekinmek icâbeder. Fıtrat çok pahildir. Böyle ilim, ma‘rifet ve tecrübe ve fazilet erbabı nâdir yetişir. Hele yetişenlerin kıymeti bilinmezse, ya hiç yetişmez veya yetişen de me’yûs olarak bir kenara çekilerek kendisinden istifâde olunmaz.
Büyüklerin cemiyet içindeki kıymetini anlamak için, Halîfe Hazret-i Ömer’le Ashab’dan bâzılan arasında geçen bir muhâvere-yi ve Hazret-i Halîfe’nin yüksek görüşlerini nakl ile iktifa edelim:
Bir gün Hazret-i Ömer kibâr-ı Ashâb’dan bâzılariyle görüşürken, Allah’dan ne istersiniz? diye sormuş, içlerinden biri, bu oda dolusu altın ve gümüş isterim, demiş. Bu altın ve gümüşü ne yapacaksın? diye sorunca, fakir ve muhtaçlara dağıtacağım, diye cevap vermiş. Hazret-i Ömer bunu beğenmemiş. Diğer birinden sormuş.
O da buna benzer bir cevap vermiş, Bunu da beğenmemiş. Üçüncü birisinden sormuş. Bu zât: Yâ Emîre’l-Mü’minîn, sen ne istersin demiş, Hazret-i Halîfe, Allah’dan bu oda dolusu Ebû Ubeyde gibi ilim, fazilet, hulûs ve azîm ve salâbet sahibi ricâl niyâz ederim, diye cevap vermiştir. Filhakika altın ve gümüş, para ve pul bir cemiyeti yükseltmez, bunlarla ilim, fazîlet, servet ve refah te’mîn olunmaz. Bunları ümmetin büyükleri te’mîn eder.
Nitekim Sultan Osman ve Orhan gibi îman, fazîlet, azîm ve himmet sâhibi büyük insanlar, zengin değildiler; mütehallî oldukları meziyyetlerle az bir zamanda bir aşiretten büyük bir devlet çıkardılar ve mensup oldukları îslâm topluluğuna satvet, şevket ve refah ve saâdet sağladılar.