Bu hadîs-i şerif, insanların bâzı temâyül ve idrâk za‘fına işâretle, her ümmetin bir dalâl mevzûu olduğunu ve ümmetinin bu babdakı mevzûun un mal bulunduğunu beyan etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de müteaddit âyetlerde mal, fitne olarak tavsif olunmuştur. Bu hal beşer hayâtının her safhasında görülen ve değişmeyen haris bir temâyülün eseridir. Imân-ı kâmil ve takvâ ashabı müstesnadır. Allâh’m bu âfetten koruduğu kullan vardır.
Mal hırsı, mala aldanmak, insanların hevâyi nefsâniyyesinin, akıl ve idrâkine galebesinden mütevellit bir âfettir. Allah korkusu azaldıkça ve itikâda za‘f ârız oldukça bu dalâl artar.
Filhakika görülür ki, bir şahıs mal ve servet sahibi olunca, şükredecek yerde kibir ve nahveti, fısk ve isyânı artar. Kendisinden insani hasletler zail olur. Cah ve mansıp da mal gibidir.
Hazret-i Resul i Ekrem, bu sözleriyle malı zem etmiş değildir; zekâtı ödenen, hayır ve hasenâta sarf maksadiyle belâlından kazanı !an mal, fitne değil hayır vesîle ve medân olabilir.