“Birbirini sevmekte, birbirine acımakta, birbirini korumakta mü’minler bir ceset gibidir. Cesedin herhangi bir uzvu hastalanınca, diğer uzuvları uykusuzluk ve ıztırapla elemlenir.”
ÎZÂHI
Müslümanlar, ferden ferdâ bir şahsiyyet ve vücut ise de, hey’et-i umûmiyyesi i’tibâriyle, bir insan vücûduna benzer. Bu benzeyişi husûle getiren içtimâi ruh yâni îman ve ahlâk birliğidir. Bir vücûdun herhangi bir uzvuna bir hastalık ârız olursa, diğer uzuvlar elem duyduğu gibi, bir mü’min veya mü’minler bir felâkete uğrarlarsa, kâmil îman sahipleri ıztırap duyarlar.
İran’ın büyük hakimi Şeyh Sa’dî merhum Gülüstan’ında şöyle demişti:
“Benî âdem a‘zâ-yi yek digerend.
Çü uzvî be-derd âveret rûzigâr.
Tû ki, ez mihnet-i dîgerân bî-gami.
Ki der âferîneş zî-yek gevherend,
Diğer uzuv-hârâ nemâyet karar,
Neşâyed ki nâmet nihend âdemi
MEÂLÎ: Âdem-oğullan, yekdiğerinin uzuvlarıdır ki, bir ana babadan yaradılmı^lardır. Ne zaman bir uzva dert gelirse, diğer uzuvlarda karar kalmaz. Onlar da ıztırap duyarlar. Sen ki, diğer kimselerin mihnetlerinden habersizsin, nâınm insan olarak kalmya lâyık değildir.
Nebiyy-i Kerîm Fahr-i Kâinat Efendimiz’in irşatları, din vahdetine ve büyük İslâm hakimi Şeyh Sa’dî merhûmun beyânı, kan vahdetine müstenittir. Din vahdetinin kan ve sair bağlarla kurulan vahdetten daha câzip ve mü’minleri birbirine bağlamakta daha müessir olduğu şüphesizdir.
Nitekim, hakîkî îman sâhipleri arasında din vahdeti, büyük kıymet taşıdığı halde, kavimler arasında kan vahdeti bir kıymet taşımamaktadır. Fakat ne yazık ki, bugünkü insanlar bu faziletten mahrumdurlar, dünyâ maddî menfaat ve cidâl içindedir. Bakalım bundan böyle neler olacaktır.