Amr İbni Tağlib radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ganimet malları – ya da esirler- getirilmişti. O bunları kimine verip kimine vermemek suretiyle dağıtmıştı. Mal vermediği kişilerin ileri geri söylendikleri kendisine ulaşınca, Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin ederim ki, ben kimilerine veriyor, kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler, verdiklerimden bence daha sevgilidir. Ben bazı kimselerin kalbinde sabırsızlık ve tama’ gördüğüm için veririm. Bazı kimseleri de, Allah’ın kalblerinde yarattığı kanaat ve hayırla baş başa bırakırım. Amr İbni Tağlib de bunlardan biridir.”
Amr İbni Tağlib der ki, “Vallahi Hz. Peygamber’in hakkımda söylediği bu söz, benim için bütün dünyaya bedeldir.”
Buhârî, Cum’a 29, Humus 19, Tevhîd 49
İmrân b. Husayn (radıyallahü anh)’dan rivâyet edildi. Dedi ki: Adbâ, Benî Akıl kabilesinden bir adamındı ve hacıları(n develerini) geçenlerdendi. Adam (devesiyle birlikte) esir edilip bağlı olarak Hazret-i Peygamber’e getirildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); üstünde kadife olan bir eşeğin sırtında idi. Adam: Muhammed! Beni ve hacıları geçen (bu devey)i niçin tutuyorsun? dedi. Peygamber: Seni, müttefiklerin olan Sakif’in suçundan dolayı tutuyorum” buyurdu.
Hazret-i Peygamber’in ashabından iki kişiyi esir etmişlerdi. kabilesinden olan adam, söylediği sözler içerisinde ” Ben de müslümanım -veya ben de müslüman oldum” – Buradaki şüphe raviye aittir. – dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geçip gidince -Ebû Dâvûd, ” Bu sözü Muhammed b. Îsa’dan öğrendim” dedi-; Adam: Muhammed! Ya Muhammed! diye bağırdı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), merhametli (nazik) idi. Adama dönüp; Ne istiyorsun?” dedi. müslümanım. Eğer sen bunu kendi işine malikken (esir edilmeden önce) söyleseydin tam manasıyla kurtulurdun.” Dâvûd; Sonra Süleyman’ın hadisine döndüm.” dedi-: Adam: Muhammed! Ben açım, beni doyur. Ben susuzum, beni sula. Resûlüllah: Senin ihtiyacın bu -veya bu onun ihtiyacıdır- (isteğini yapın)” buyurdu.
Dâvûd; esir edilen adamın müslüman olduğunu bildiren sözlerini ve Resûlüllah’ın cevabını, Muhammed b. Îsa’nın rivâyetinden; geri kalanını da Süleyman b. Harb’in rivâyetinden nakletmiş ve buna işaret etmiştir. adam (Sakîflilerdeki) iki kişiye mukabil fidye olarak verildi. Adbâ’yı ise, Hazret-i Peygamber binmek için alıkoydu. Medinelilerin otlaktaki hayvanlarına baskın yaptılar ve Adbâ’yı da götürdüler. Onu götürdüklerinde müslümanlardan bir kadını da esir etmişlerdi. Onlar geceleyin develerini avlularında çöktürürlerdi. Bir gece hepsi uyudular, kadın kalktı. Elini hangi deveye dokundursa, deve böğürüyordu. Nihayet Adbâ’nın yanına geldi. O itaatkâr, binilmeye alışık bir devenin yanına gelmişti. Hemen ona bindi, sonra; eğer Allah kendisini kurtarırsa onu mutlaka boğazlamayı adadı. Medine’ye gelince, devenin Hazret-i Peygamber’in devesi olduğu anlaşıldı ve Resûlüllah bundan haberdar edildi.
Bunun üzerine Resûlüllah haber saldı, kadın getirildi. Kendisine kadının adağı bildirildi. Ona ne de kötü ceza vermişsin -veya ona ne de kötü ceza vermiş-; eğer Allah onu bunun üzerinde kurtarırsa onu mutlaka boğazlayacakmış! Allah’a isyan konusundaki ve insanoğlunun sahibi olmadığı şeydeki nezre vefa olmaz” buyurdu. Dâvûd: Esir edilen bu kadın, Ebû Zerr’in karışıdır” dedi. nüzûr 8; İbn Mâce, keffârât 16 (bir bölümü); Ahmed b. Hanbel, IV, 430.
Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Mu-alla b. Mansûr rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. Bilâl rivâyet etti. ki): Bize Süheyl babasından, o da Ebû Hüreyre’den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: A’mâk’a yahut Dâbık’a inmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. Onların karşısına Medine’den o gün yeryüzü halkının en iyilerinden bir ordu çıkacaktır. Askerler saf bağladıkları vakit Romalılar bizimle, bizden esir alınanların arasını serbest bırakın: Onlarla harbedelim, diyecekler. Müslümanlar da: Hayır! Vallahi sizinle din kardeşlerimizin arasını serbest bırakamayız. Cevabını vereceklerdir. Müteakiben onlarla harbedecekler ve üçte biri münhezim olup, Allah ebediyen kendilerine tevbe İlham etmeyecektir. Üçte biri de öldürülecek, Allah ındinde şehitlerin en faziletlisi olacaklardır.
Üçte biri ise fethedecek, ebediyen fitneye duçar olmayacaklardır. Müteakiben İstanbul fethedilecektir. Gaziler kılıçlarını zeytin ağaçlarına asınış, ganimetleri taksim ederken anîden içlerinde şeytan: Gerçekten Mesih aileleriniz hakkında sizin yerinizi aldı, diye nâra atacak. Onlar da çıkacaklardır, bu Bâtıldır. Şam’a geldikleri vakit ise çıkacaktır. Gaziler harbe hazırlanır, saflarını düzeltirlerken namaz ikâme olunacak ve Meryem’in oğlu İsa (aleyhisselâm) İnerek onların yanına gitmek isteyecektir. Allah’ın düşmanı onu gördüğü vakit tuzun suda eridiği gibi eriyecektir. Onu bıraksa kendiliğinden helâk olacak, lâkin Allah onu yed-i kudretiyle tepeleyerek kanını onlara süngüsünde gösterecektir. ile Dâbık yahut Dâbak Şam’da Halep yakınlarında İki yerdir.
Hadîsdeki «Sübû» kelimesi «Sebev» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Bu takdirde cümlenin mânâsı bizimle, bizden esir aldıklarınızın arasını serbest bırakın, demek olur. Iyâz: «Doğrusu bu kelimenin sübû şeklinde okunmasıdır. Ekser râvîler de onu bu şekilde rivâyet etmişlerdir.» demişse de «Her iki rivâyet de doğrudur. Çünkü onlar evvelâ esir alınmış, sonra kâfirleri esir etmişlerdir. Zamanımızda bu mevcuttur. Hattâ Şam ve Mısır’dala İslâm askerlerinin ekserisi esir edilmiş. Sonra bugün Allah’a hamdolsun küffârı esir almaktadırlar…» diyor. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in A’mâka mı yoksa Dâbıka mı buyurduğunda sekteden râvîdir.
Hadîsin siyakından da anlaşılacağı vecihle üçte biri münhezim olacak askerler müslümanlardır. Bunlar bozulup kaçtıkları için Allah kendilerine tevbe ilham etmeyecek, firarda ısrar edeceklerdir. Mesih aileleriniz hakkında sizîn yerînîzî aldı…» cümlesinden murad; memleketinizde bıraktığınız aileleriniz Deccal’ın eline geçti demektir ki, bunun yalan ve bâtıl olduğu hadîs-i şerifte tasrih edilmiştir. îsa hakkında kullanılan «emme» fiili İmâm oldu mânâsına değil, müslümanlara uymak, Peygamberlerinin sünnetini ele almak için yanlarına gitmek istedi, manasınadır. bu fiildeki mansûb zamirin Deccalla tâbilerine ait olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde cümlenin mânâsı: Hazret-i îsa inerek Deccal’la tâbilerini ihlâk için kastedecektir, demek olur. fethedilmiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu mucizesi de yerini bulmuştur.
Sahîh-i Müslim, Fitneler Ve Kıyâmet…
Bize Ebu Nuaym haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Eyyûb’dan, (O) Ebu Kılâbe’den, (O) Ebu’l-Muhelleb’den, (O da) İmran b. Husayn’dan (naklen) rivâyet etti ki, O şöyle dedi: Azba’ (isimli deve) Ukayloğullarından bir adamın idi. Derken (bu adam) esir edilip Azba’ alındı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, (esaret altında) bağlı iken uğradı da o şöyle dedi: “Ya Muhammed! Ne diye beni yakalıyorsunuz, hacıların (kafilelerini) geride bırakan (Azba’yı) alıyorsunuz? Halbuki ben müslüman oldum!” O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); “Sen bunu, kendi işine sahip iken (yani esir edilmeden önce) söyleseydin tamamen kurtulurdun!” buyurdu.
Ardından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözüne şöyle devam etti: “Seni müttefiklerin (olan Sakîf kabilesinin) suçundan dolayı yakalıyoruz!” Sakîf kabilesi (Hazret-i Peygamberle yaptıkları andlaşmayı bozmuş ve) Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Ashabından iki adamı esir etmişlerdi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (sozkonusu esirin yanına), üzerinde saçaklı bir keçe bulunan bir eşek üzerinde gelmişti. Sonra (bu esir); ‘Ya Muhammed! Ben gerçekten açım, beni yedir; ben hakikaten susamışım, bana su ver!” dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de; “Bunlar senin ihtiyacın, (onlar hemen görülecektir!)” buyurdu. bu adam (müslümanlardan) iki adama karşılık serbest bırakıldı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Azba’yı, kendi binmesi için -başka bir râvi; “kendi payına karşılık” demiştir- alıkoydu.
Bu (deve) hacıların (kafilelerini) geçip onları geride bırakan (süratli develerden) idi. Daha sonra müşrikler Medine’nin hayvan sürüsüne baskın yapıp, içlerinde Azba’ olduğu halde onları götürdüler, müslümanlardan bir kadını da esir ettiler. Onlar konakladıklarında develerini (çadırlarının) etrafında… -Ebu Muhammed (ed-Dârimî); “O (burada, hatırlayamadığım) bir kelime söylemişti” demiştir-. Derken gece olunca, onlar iyice uykuya daldırılmışlarken bu kadın kalkmış, (develerin yanına gelmiş). Fakat ellerini üzerine koyduğu her deve böğürmeye başlamış.
Sonunda Azba’nın yanına gelmiş. Böylece Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) itaatkâr ve tecrübeli devesinin yanına gelmiş ve ona binmiş. Sonra Medine tarafına yönelmiş ve eğer Allah kendisini kurtarırsa onu mutlaka kurban edeceğini adamış. (İmran) sözüne şöyle devam etti: o, Medine’ye gelince devesi tanındı ve; “(Bakın), Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesi!” dendi. Sonra da onu Hazret-i Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiler. Kadın adağını bildirdi. O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ona karşılığını ne kötü verdin. Eğer Allah kendisini kurtarırsa onu mutlaka kurban edecek! Şunu iyi bilin ki, ne Allah’a isyan hususunda, ne de insanoğlunun sahip olmadığı şeyler hususunda adanılan adağı yerine getirmek yoktur!”
Sünen-i Dârimî, Siyer Kitabı
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şey be de rivâyet etti. ki): Bize Yezid b. Harun rivâyet etti. H. Muhammed b. Beşşar dahi rivâyet etti. ki): Bize Ebû Dâvud rivâyet eyledi. Bu râviler toptan Şu’be’den bu isnadda rivâyette bulundular. beyanına göre kadın esir ve hâmile imiş. Böylesi çocuğunu doğur maçlıkça kendisiyle cima’da bulunmak helâl değildir. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: bu adam çocuğu mirasa yapmak kendisine helâf olmadığı halde onu nasıl mirasçı yapar. Çocuğu köle gibi kullanmak kendisine helâl olmadığı halde onu nasıl hizmetçi olarak kullanır?» buyurmasından muradı şudur: Kadının doğurması altı ay gecikebilir.
O zaman doğacak çocuk esir alan adamdan yahut ondan önceki kocasından olabilir. Esir alandan kaldığı takdirde çocuk adamın kendi oğlu olur. Ve aralarında miras cereyan etmez. Zira birbirlerine akraba değillerdir. Bu takdirde o adam doğacak çocuğu kendi hizmetinde kullanabilir. Çünkü onun malıdır. Binâenaleyh hadîs şöyle takdir edilir: «Bu adam olur ki, bu çocuğun nesebini kendi nesebine katar da çocuğu kendine oğul ve mirasçı yapar. Halbuki çocuk ondan olmadığı için mirasçı yapması helâl değildir. İhtimal ki bu çocuğu köle gibi kullanarak kendisine köle yapar.
Halbuki bu da helâl değildir. Zira hami müddeti çocuğu onun addetmeye müsaittir. bu mahzurdan dolayı böyle bir kadın ile cinsî münasebette bulunmaktan kaçınmak icab eder. Iyâz’a göre bu hadîsin mânâsı: Kadının karnındaki çocuğun onu esir alan adamın menisiyle büyüyeceğine ve çocuğun iki kişi arasında ortak olacağına, bu sebeble istihdam edilemeyeceğine işarettir. Ona göre bu hadîs: kim Allah’a ve ahiret gününe İnanırsa, kendi menisi başkasının çocuğunu sulamasın!» hadîsi gibidir. Fakat Nevevî; Kâdî’nin bu te’vilini zaif hatta bâtıl bulmuş: «Doğrusu bizim söylediğimizdir» demiştir.
Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Sucûdi’l-kur’ân
Bana Amr b. Muhammed En Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Yezîd b. Hârûn rivâyet etti. ki): Bize Hammâd b. Seleme, Sâbit’den, o da Enes b. Mâlik’den naklen haber verdi ki, Mekke-illerden seksen kişi silâhlı olarak Ten’îm dağından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in üzerine inmişler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’le ashabını gafil avlamak istiyorlarmış. Fakat o kendilerini esir alarak sağ bırakmış. Bunun üzerine Allah (azze ve celle): onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke İçerisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan men’ eden O’dur!” Sûre-i Feth, âyet: 24. âyet-i kerîmesini indirmiş. Gaflet demektir.
Bu hadîsteki «Selem» kelimesi «Selm» Ve Siim» şekillerinde de rivâyet olunmuştur. Selem: Esîr etmek selm ve silm uzlaşma, sulh. demektir. Hattâbî selem şeklinde okunacağına kat’iyetle hükmetmiş: «Bundan murâd: Teslîmiyet arzetmektir.» demiştir. İbn’l-Esîr dahi: «Bu kıssaya yakışan budur. Çünkü Mekkeliler sulhan değil, kahran alınmışlar; âciz kalarak kendilerini tes-lîm etmişlerdir. Ama ikinci kavlin de bir vechi vardır ki, şudur: Mekkeliler’le harp edilmeyip kendilerini müslümanlardan müdafaa edemeyince esîr edilmiş sayılırlar; ve bu şartla uzlaşma yapmış gibidirler.» demektedir.
Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer