“Cenâb-ı Hak, şifâsını yaratmadığı hiçbir hastalık indirmemiş (vermemiş) dir.” Diğer bir hadîsde de: “Ey Allahın kulları, tabiblere müracaatla dertlerinize devâ arayınız. Çünkü, Allâh-u Teâlâ ihtiyarlıktan başka hiçbir hastalık yoktur ki, ona devâ yaratmamış olsun.” buyurulmuştur.
İZÂHI
Bu hadîs-i şerifler, tedavinin İslâm’daki ehemmiyetini ve her derdin devası olduğunu bildirmektedir, imâm-ı Şafîî Hazretleri: “El-Dmü ilmân, ilmu’t-tıp, li’l-ebdân ve ilmü’l-fikh li’l-edyân” buyurmuş ve ilm-i tıbbı takdim etmek aûretiyle, bu ilmin lüzum ve ehemmiyetine işaret etmiştir. Filhakika ibâdet, çalışmak gibi her şey sıhhatle mümkündür, sıhhat olmayınca bir şey yapılamaz.
Hazret-i Resûl-i Ekrem, tedâvî tavsiye ederken bu hakikatler gereği gibi ma’lûm değildi. Bu irşatlarladır ki, îslâmiyyet’in bidâ-yetlerinden i’tibâren, Müslüman’lar tıp ilmine dînî üimler gibi kıymet vermiş ve yer yer Dârü’ş-Şifâlar ve Hastahâneler açmışlardır. Ancak çıkan gaileler ve îslâmiyyet’in müdâfaası yolundaki mücâhe-deler, yeter miktarda tabib yetiştirmeye imkân vermemiştir.
İlk evvel tabâbet ilmi, yüksek tıp âümleriyle meşhûr olan Endülüs Devlet-i Emeviyye’sinde parlamış ve oradan diğer İslâm diyarlarına intikal etmiştir. Osmanlılar’ın bu sâhadaki hizmet ve himmetleri büyüktür. Medreselerde tabâbet tedrisine önem vermekle berâber, garpta hastahâne mefhûmu idrâk olunamadığı bir târihde hastahâneler te’sîs etmişlerdir.
Yıldınm Ba yazıt merhûmun Bursa’-da inşâ ettirdiği hastahâne bunun açık delilidir. Bu hastahânenin teşkilât ve tahsîsâtı, tabib ve müstahdemleri ve bunlara verilen maaş, merhûmun vakfiyesinde gösterilmiştir. Yer yer görülen eserlerden anlaşıldığı üzere, Selçuk Türklerinin ve diğer Islâm devletlerinin bu mevzûdaki himmet ve gayretleri takdirlere lâyıktır.