Allâh’ın emirlerine uygun bir hayat yaşayıp yaşamadığımıza göre şekillenecek kabir âlemi hakkında, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 26) tâbirini kullanmakla, ölümle hayat arasındaki sıkı râbıta ve alâkaya işaret buyurmuşlardır.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- bir kabrin yanında durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine:
“–Cenneti ve Cehennem’i hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!” dediler.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- şu karşılığı verdi:
“–Çünkü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işittim:
«Kabir, âhiret menzillerinin ilkidir. Kişi ondan kurtulabilirse, sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonraki menziller kabirden daha zor ve daha şiddetlidir… Gördüğüm manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve dehşet verici değildi!»” (Tirmizî, Zühd, 5/2308; Ahmed, I, 63-64)
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre; bir yahudî kadın, birgün yanına geldi ve kabir azâbından bahsederek:
“–Allah seni kabir azâbından korusun!” dedi.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- da Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kabir azâbından sordu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
“–Evet, kabir azâbı haktır.” buyurdu.
Hazret-i Âişe vâlidemiz der ki:
“Bundan sonra Rasûlullâh’ın namaz kılıp da, namazında kabir azâbından istiâze etmediğini hiç görmedim.” (Buhârî; Cenâiz, 87; Müslim, Mesâcid, 123)
Berâ -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Biz Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte bir cenâzede beraberdik. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki (gözyaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da:
«–Ey kardeşlerim! İşte (hepimizin başına gelecek olan) şu ölüme iyi hazırlanın!» buyurdular.” (İbn-i Mâce, Zühd, 19)
Hakîkaten kabristanlar bir hikmet ve ibret dershânesi, kabir ziyaretleri ise, en tesirli tefekkür-i mevt eğitimidir.