M E A L I
“Münâfık’m alâmeti üçtür: Söylediği zaman yalan söyler, va’d edince yerine getirmez, kendisine (bir şey) emânet edildiği vakit hıyânet eder.”
I Z A H I
Nifak, insanın içi dışına ve dışı içine uymamaktır. Bu mefhum kimde tahakkuk ederse, münafık sayılır. üç âleme taallûk ettiği cihetle münafıklık zâhirdeki alâmetlerden anlaşılır. Bu hadîs-i şerifde beyan buyrulan alâmetler nifâkın mütezâhir delilleridir.
Yalan söyleyenin, va’dini yerine getirmeyenin ve emânete hı-yânet edenin, dışı iç âlemine uygun değildir. Bu üçü de içtimâ! nizamın istinat eylediği üç yüksek faziletin tam zıddıdır. Her şeyden evvel itimat olunacak şey sözdür. İçtimâi, hukûkî ve siyâsî münâsebetler söze itimatla cereyan eder. Bunun içindir ki, yalan, her din ve millette denâet-i ahlâkıyye addolunur. Va’de gelince, insan bir şey va‘d edince bir mâni olmadıkça mutlakâ yerine getirmek lâzımdır. Va’din yerine getirilmemesi, yalan ve emânete hıyânet kadar şeni* değilse de insan şeref ve haysiyyetine muhâlif ve yalana müşâbihdir.
Bir şahıs bir adama bir şey va-deder, o adam bu va‘de güvenerek bâzı teşebbüslerde bulunur, o va‘d ifâ edilmezse hesaplar alt üst olur ve çok defa kendisine va’dde bulunulan kimseyi telâfisi gayr-i mümkün zararlara sokar.
Emânete riâyet, insan faziletlerinin en mühimlerindendir. Beşer münasebetlerinin ekserisi emânet esası üzerinde cereyan eder Hedef ve gâyeye, emâneti muhâfaza ile erişmek mümkün olur. Emânete sadâkad kalkınca, itimat denen şeyden eser kalmaz.
Burada emânetten maksat, yalnız mal emâneti değüdir; ifâ ve muhafazası ıcâbeden her şey emânettir. Meselâ, vazife emânettir, bir sır emânettir…