“Anana, yine anana, yine anana, sonra babana, daha sonra da derecelerine göre yakınlara.”
IZÂHI
Bu hadîs-i şerif, mükerreren vâkî‘ sual üzerine şeref-vârid olmuştur. Âdet-i ilâhiyye muktezâsmca, insanın vücûduna sebeb olan ana ve babadır. Maddî bakımdan çocuklar, babalarının cüz’ü ve analarının parçasıdır. Çocuğun hayat ve neş’etinde en ağır külfet, hayat tehlikesi de dâhil olduğu halde ana üzerine yüklenmiştir.
Çocuk rü-şeym hâlinden başlayarak, anasmın rahminde onun vücûdundan neşv ü nemâ bulur, tavırdan tavıra girer. Ana bu esnâda tahammülü zor sıkıntılara katlanır ve nihâyet zamânı gelir, doğum acıları çeker. Çocuk dünyâya geldikten sonra, rahat ve huzûrunu ve gece uykularını terk ile onu besler, büyütür.
Reşit oluncaya kadar türlü türlü heyecanlar geçirir. Bütün bu külfet ve meşakkatlere karşı babanın vazifesi, infak ve iâşe, ta’lim ve terbiyelerine i’tinâdan ve her birine şefkat göstermekten ibârettir.
Görülüyor ki, ana hakkı ödenemeyecek derecede büyüktür. îşte Resûl-i Ekrem Efendimiz, birr ve ihsanda ana hakkının büyüklüğüne işâretle, üç defa vâki’ suâle, anana, yine anana, yine anana birr ve ihsanda bulun, cevaplariyle ananın birr ve ihsanda tercih olunmasını emretmişlerdir.
Ana hakkı baba hakkından üstün olduğu içindir ki, ana ve babası nafakaya muhtaç olan bir kimsenin, mâlî kudreti yalnız birini infak ve iâşeye müsâit ise, anasını infakla emrolunur.
Anadan sonra birr ve ihsâna lâyık olan babadır. Baba mefhûmunda ale’d-derecât dedeler de yâni, babanın babası (ilâ-âhirihî) dâhildir. Bundan sonra birr ve ihsâna müstahak olan, derece derece yakınlardır. Her ferd imkân ve iktidârına göre, bunlara iyilik ve yardımla mükellefdir. Hiçbir şeye muktedir değilse, güzel muâmele etmekte ve hürmette kusur etmiyecektir.