“Malının değerini yükseltip ve yalan yere malını medhedip başkalarını aldatan, ribâ yiyen (gibi âsim) ve Allah’ın rahmetinden kovulmuştur.”
ÎZÂHI
Her şeyde olduğu gibi, ticârette de riâyet olunacak birtakım ahlâk esasları vardır ki, tâcir bu esaslara riâyetle mükellefdir. Başta doğruluk ve emânet gelir. Herkes şu veya bu malın değer ve vasfını bilemez. Tacirin îman ve doğruluğuna i’timâd eder.
Buna karşı tâcir, malının değer fiâtmı ve vasfını olduğu gibi söyleyecek ve ma‘rüf ve meşru’ miktardan fazla kâr ilâve etmeyecek ve karşısındakinin itimâdını kötüye kullanmayacaktır. Bunun hilâfında hareket edenler şu üç memnû hareketi irtikâb etmiş olurlar:
1 — Yalan
2 — Emniyeti sû-i isti‘mâl
3 — Tağrîr yâni aldatmak.
Bu üçü, vizr ve vebâli mûscip günahlardır. Hîlekâr, yalnız bir şahsı aldatmakla kalmaz, umûmî i’timâdı sarsarak memlekete karşı affedilmez bir hıyânet işlemiş olur. Başka diyarlarda seyahat edenler, gezdikleri memleketlerin iyi veya kötü ticâret ahlâkını hikâye ederler. Dürüst hareket eden memleketlerin itibarları artar ve mallan revaç bulur. Muâmelelerinde hîlekâr olan , memleketlerin şeref ve i’tibân da zâü olur.
îmdi, herhangi bir ticâretle ve san’atla iştigâl eden, vatanlarının şeref ve menfaatlarmı da düşünmek zorundadır. Bir yabancıdan, malının değerinden fazla para çekmeye kalkışan bir tâcir ve belediyece tâyin olunan ücretten fazla ücret isteyen bir şoför, dînine ve memleketine hıyânet etmiş olur.
Kâhire’yi ziyâretimde, müessesât-ı ticârivye ve şoförlerde gördüğüm doğruluk ve nezâketin müsbet hâtıralarını bir türlü unutamıyorum ve bir kardeş memleket olmak dolayısiyle sevinç ve zevk duyuyorum.