Ehlul Bida Nedir

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ehlu’l-Bid’a: Kısaca bid’ate kapılmış kimseler manasına gelir. Aynı manada mubtedi’ veya çoğul olarak mubtedi’a lafızları da kullanılır. Genellikle İslâmiyetin kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet edilen bid’atlara kapılmış kimselere denir.
Hadis ilminde ehlu’l-bid’a denilince itikadı bid’atlar denilebilecek, sahabe devrinin sonlarına doğru iyiden iyiye görülmeye başlayan Şi’a ve Râfizîlik, Hâricîlik ile daha sonraları vücut bulan Mürci’e, Cehmiye, Müşebbihe, Mücessime, Kaderiye, Cebriye, Mu’tezile gibi siyasî ve itikadı fırkaların taraftarları anlaşılır.

Bu fırkaların herbirinin daha Çok Kur’ân-ı Kerim’in müteşabih ayetlerini te’vil etmek, hadisleri zoraki bir biçimde yorumlamak, nihayet hadis uydurmak suretiyle ortaya atıp yaydıkları fikirlere de bid’at denilmiştir. Dolayısıyla aşırı mutaassıp taraftar olmasalar bile bu fikirlere kapılanlar da bid’at ehlinden sayılmışlardır.

Burada işaret etmek yerinde olur ki bid’atlar. umumiyetle sahibini -Allah korusun- küfre götüren ve tekfir edilmesine sebep olan bid’at-i mükeffire ve küfre götürmese de sahibinin fasık sayılmasına sebep olan bid’at-i gayri mükeffire olmak üzere iki kısma ayrılır. Buna bağlı olarak ehlu’l-bid’a da kapıldığı bid’atin şekline, bid’atini savunmada gösterdiği taassup ile yaymak konusundaki gayretlerine, bir de bid’atini müdafaa etmek üzere yalan söyleyip söylemediğine göre değerlendirilir.

Sahibinin ehl-i bid’attan sayılmasına sebep olan yukarıda isimleri sayılan fırkalardan Şi’a, Hz. Ali taraftarlarıdır. Başlangıçta Hz. Ali’nin imameti gibi makul bir fikirle yola çıktıkları halde Râfıza da denilen Râfiziler ile Gulat-ı Şi’a tabir edilen aşırı uçtaki şiîler, işi onun peygamberliğini hatta ulühiyetini iddia edecek kadar sapıklığın son noktasına götürmüşlerdir.

Havâric de denilen Haricîler, Hz. Ali ile Mu’aviye arasında cereyan eden Sıffîn savaşındaki hakem olayını bahane ederek Hz. Ali’ye karşı çıkan ve onun saflarından ayrılanlardır. Sayıları önceleri on iki bin civarında olan bu fırka bir taraftan yönetimde gevşek davranarak hata ettiğini ileri sürerek Hz. Osman’ı; hakemi kabul ettiğinden dolayı Hz. Ali’yi, öte yandan Hz. Ali’nin hakkı olan hilafeti gasbettiği için Hz. Mu’aviyeyi, büyük günah (kebâir) işlediklerini ileri sürerek küfürle itham etmişlerdir.

Murci’e murtekibu’l-kebîre (büyük günah işleyenin durumu) meselesinden çıkmıştır. Bu gruba mürci’e denilmesinin sebebi, büyük günah işleyenler hakkındaki hükmü Allah’a irca etmeleri, ameli imandan ayırarak tehir etmeleridir.

Cehmiye Allah’ın sıfatlarını ta’til eden fırka olarak bilinir. Müşebbihe ile Mücessime Allah’ı -haşa- insana benzetenlerle O’nu insan gibi cisme nisbet edenlerdir. Kaderiye ile Cebriye kader üzerindeki münakaşaların ortaya çıkardığı iki fırkadır. Bunlardan Kaderiye, kaderi inkâr ederek insana sonsuz bir hürriyet ve irade tanır. İyi ve kötü her fiilin insanın kendisinden sadır olduğunu ileri sürer. Cebriye ise aksine insanın rüzgâr önündeki tüy gibi olduğu; hiçbir irade gücü ve hürriyeti olmadığı görüşündedir. Bu iki fırkadan biri kaderi inkâr, diğeri kulun iradesini kaldırarak, her şeyi ilahî takdire bağladığı için her ikisinin mensubu ehl-i bid’at’tan sayılmıştır.

Cehmiyenin ilahî sıfatları ta’til edişi ile Kaderiyenin kaderi inkâr akidesinin tesiriyle vücut bulan Mu’tezile, tamamen eski Yunan felsefesinin etkisi altında gelişmiş bir fırkadır. İşte temel görüşlerini kısaca özetlemeye çalıştığımız bu fırkaların mensupları genelde bid’at ehli sayılmışlardır.

Ehlu’l-bid’a Hadis ilminde daha çok cerh ve ta’dil ilminin konusudur. Şöyle ki, hadis ravileri arasında yukarıda kısaca açıklanan ve bid’at telakki edilen fırkalara mensup olarak görüşlerini paylaşanlar çıkmıştır. Cerh ve ta’dil alimleri, bunların hallerini araştırıp, durumlarına göre hükümler vermişlerdir. Tabiatiyle ehl-i bid’attan sayılan ravilerin rivayet ettikleri hadislerle bu hadisleri rivayet etmenin hükmünü de açıklamışlardır. Bu hükümleri özetleyecek olursak, İslâm alimlerinin tümüne göre sahibini küfre götüren bir itikaddan dolayı ehli bidatten sayılan ravinin rivayeti kabul edilmez.

Bir diğer görüşe göre böyle bir ravi, kendi akidesini yaymak ve propagandasını yapmak maksadiyle yalan uydurmanın helâl olduğuna inananlardan değilse rivayetleri makbuldür. Hattâbiye gibi akidesini yaymak ve yayılmasını sağlamak kasdiyle yalan söylemeyi helal görenlerdense kabul edilmez.

Kimi alimlere göre bid’at sahibi ravinin rivayeti diğer ta’n sebeplerinden kurtulmuşsa kabul edilir. İbn Haceri’l-Askalânî’nin “tahkik ehlinin görüşü” olarak nitelediği diğer bir görüşe göre bid’at ile tekfir edilen ravi sırf bid’ati yüzünden reddolunmamalıdır; zira kendilerine karşı olanların bid’at ehlinden olduğunu söylemeyen hiçbir taife yoktur. Hatta bazıları, bütün muhaliflerini tekfir edecek kadar ileri giderler. Buna göre bütün bid’at ehli sayılan ravilerin rivayetleri genelde merdud sayıldığı takdirde iş, gerçekten ehl-i bid’attan olanların da olmayanların da reddine varır.

Bu konuda güvenilebilecek görüş şudur: Rivayeti reddedilen bid’atçı ravi namaz, oruç, hac, zekât gibi dinî vazifelerden birini inkâr eden yahut daha kötüsü, inkârla kalmayıp aksine inanan kimse olmadığı takdirde, rivayet hususunda zabt ve itkan, dışardan görünüş itibariyle de vera ve takva sahibi olduktan sonra rivayetini kabule hiçbir mani yoktur.

Kapıldığı bid’ati, hiçbir taife tarafından küfürle itham edilmesini gerektirmeyen, sadece fasık sayılmasını gerektiren ravinin rivayetinin kabulü konusunda ise üç görüş vardır. Bunlardan İmam Malike nisbet edilen ilkine göre fıska nisbet edilen ravi, ister itikadının propagandasını yapan dâ’i olsun, ister olmasın; ister mezhebini desteklemek maksadiyle yalanı helal görsün, ister görmesin rivayeti reddedilir; zira bid’ate kapılan ravi, bid’atinden dolayı fasıktir. Dolayısiyle fışkı te’vil edilmiş de olsa te’vilsiz fasık sayılan ravi gibi kabul edilir ve rivayeti reddolunur. Nasıl ki kafirin küfrü te’vil edileni ile edilmeyeni arasında fark yoktur. Mübtedi’nin rivayetini kabul etmek bir de onun bid’atinin değerim artırmaya ve adını anmak suretiyle adının yayılmasına sebep olur.

İkinci görüşe göre bid’ate kapılan ravinin rivayeti, bid’atine rağbeti artırmak maksadiyle yalan söylemeyi caiz gören bir kimse olmadıkça, dâ’i olsun olmasın, farketmez; kabul edilir. Yukarıda da bir nebze söz konusu edilen bu görüş, İmam Şafii’ye aittir. Onun bu konuda şöyle dediği nakledilir: “Rafizilerin Hattâbiye kolu hariç, heva ehlinin rivayeti kabul edilir.” Hattâbiye ise kendi taraftarlarının lehine yalan şahitliği caiz görürler. Nakledildiğine göre İbn Ebi Leylâ, Sufyânu’s-Sevri ve Ebu Yusuf un görüşü de budur.
Üçüncü ve en sahih olan görüşe gelince, şöyledir: Kendisini fâsık yapan bid’ate sahip ravi, dâ’i olmadığı sürece rivayeti makbuldür.

Bid’atinin propagandasını yapanlardansa makbul değildir; zira bid’atinin propagandasını yapan kimsenin, akidesinin aleyhine olabilecek rivayetleri gizlemek hevesine düşüp onları tahrif ederek kendi mezhebinin öngördüğü şekle sokmasından korkulur. Bununla birlikte kimi muhaddisler, mezhebinin da’isi olmayan yani propagandasını yapmayan ravinin rivayeti, kendi bid’atini takviye edecek bir şey değilse kabul edilir görüşündedirler.

Nitekim Ebu İshâk b. Ya’kubu’l-Cûzecânî şöyle demiştir: “Bid’at ehlinden bazıları hak yoldan yani sünnetten sapmış olmakla birlikte doğru sözlüdürler. Böylelerinin rivayet ettiği hadisi, bid’atini takviye edecek cinsten değilse, kabul etmekten başka çare yoktur.” 183

Zahiriye âlimlerinden İbn Hazm da bid’at sahibi ravinin sadûk, hıfz ve itkan sahibi olması şartiyle rivayetinin kabul edileceği görüşündedir. Ona göre ravinin da’i olup olmaması farketmez. Yeter ki, sadık, hıfzı tam ve itkan sahibi olsun.

Görülüyor ki ehl-i bid’attan olan ravinin rivayeti genelde bid’atinin propagandasını yapan biri olmadığı sürece merdud sayılmamıştır. Ne var ki ravi, rafızî ise da’i olsun olmasın, rivayeti makbul değildir. Zehebî’ye göre tam manasiyle rafızî olan bir kimsenin hadis rivayetinde hiçbir kıymeti yoktur. Özellikle rafızilerden özü sözü doğru, kendisine güvenilir bir kimse bulmak imkânsızdır; zira yalan bunların iliklerine işlemiştir. Takıyye ve nifak ise rafızilerde huy haline gelmiştir. 184
Rafizilerin rivayetleriyle amel konusunda da üç görüş vardır. Bunlardan birincisine göre kayıtsız şartsız amel edilmez. İkincisi, yalancılık ve hadis uydurmakla cerhedilen hariç, râfızi ravinin rivayetiyle amel edilebilir. Üçüncüsüne göre ise sadûk ve rivayet ettiğini bilen rafızinin rivayeti kabul edilir.

Dai olanın rivayeti sadûk bile olsa reddolunur. 185
Burada işaret etmek gerekir ki, rafızî raviler hakkında bu derece sert kayıtlar getirilmiş olmasına rağmen Şi’a için aynı derecede sert kaidelerin getirilmemiş olması dikkate şayandır. Bunun sebepleri vardır. Bir kere rafıziler, Şianın aşırı uçta olanlarıdır. İdeolojileri uğruna yalan söylemeyi mubah görürler. Yalancılığı adeta meslek haline getirmişlerdir. İmam Şafi’î “Rafıziler kadar yalan söyleyen, yalancı şahitlik yapan kimse görmedim” demiştir. Yezid b. Harun da şunları söylemiştir: “Dai olmadıkça bid’at ehlinden olan herkesten hadis yazılır.

Ancak rafıziler müstesna; çünkü onlar yalan söylerler.”
Öte yandan Rafıziler hadis uydurmakla ve uydurdukları hadislere dinî emirler gözüyle bakmakla tanınmışlardır.186 Sadakat ve itkanın ön planda tutulduğu hadis rivayetinde yalana başvurdukları kadar bilhassa Hz. Ebubekr ve Hz. Ömer’e dil uzatırlar. Abdullah İbnu’l-Mubârek böyle biri hakkında şöyle demiştir: “Ondan rivayette bulunmayınız; zira o selefe söverdi.” 187 Râfızîlerin rivayetlerine itibar edilmeyişinin başlıca sebepleri bunlardır. Hiç biri olmasa bile yalan söylemeleri rivayetlerinin reddedilmesi için yeterli sebeptir.

Şi’âya gelince bu fırka İslâm Tarihinde hadis uydurma faaliyetlerine önayak olmuştur. Kendilerine has bir hadis anlayışı vardır. Meselâ isnadı Ehl-i Beytten birine veya onlarca makbul sahabîye varmayan hadislere hadis gözüyle bakmazlar. Râfızîler kadar olmasa da yine bilhassa Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer’e dil uzatırlar. Onlar kadar bid’atini müdafaa eden, yaymaya çalışan fırka yoktur.

Bununla beraber şiî ravilerin rivayetleri için râfızîlerin rivayetlerini kabul ölçüleri derecesinde sert tedbirlerin getirilmeyişinin önemli bir sebebi ikincilerine gulât denilmesine yol açan aşırı tutumlarıdır. Şu da var ki tabi’in ile tebe’u’t-tâbi’in içinde Şia taraftarı olmakla cerhedilen pek çok muhaddis ve ravi vardır. Nitekim es-Suyütî, gerek Sahihi Buhâri, gerek Sahih-i Müslim, gerekse her ikisinin ravileri arasında Şia bidatiyle ta’n edilmiş ravilerin de bulunduğu 82 isim kaydetmiştir. 188Diyaneti sağlam, verasi kuvvetli, sıdkı malum ve sabit olan bu gibi bid’ate kapılmış raviler reddedildiği takdirde pek çok hadisi reddetmek icap eder. Bu önemli sebep dikkate alındığında aralarında Şiaya mensup olmakla itham edilenlerin de bulunduğu bid’at sahibi nice ravide hadis rivayetinde esas olan sadakat ile vera ve itkan esas alınmış ve hadisleri makbul addedilmiştir.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - takipcimx 1000 - buy youtube likes - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna - buy twitter followers - Cinsel sohbet - toscanello - buy twitch live views - Kablo çekme vinçleri - Twitch viewer bot - canlı casino siteleri - sms onay - kaliteli likit - Vbet - Fixbet güncel giriş - Starzbet güncel giriş - Twitch viewer bot - Betosfer - TON sniper bot - omegle -

anlaşmalı boşanma avukatı

-

seo

- takipçi al -

solana sniper bot

-
marsbahis