Sözlükte koymak, bir kimseyi mertebesinden aşağı düşürmek, borcundan bir miktar eksiltmek, hakaret etmek, uydurmak manalarına gelen vada’a kök fiilinden alınma bir kelimedir. 678Birçok hadis ıstılahı gibi ismi mef’ul kalıbında gelmiştir. Hadis ıstılahında uydurma manâsıyla alakalı olarak çeşitli maksatlarla uydurulup Hz. Peygamber (s.a.v.)’e iftira ve nisbet edilerek rivayet edilen sözlere denir.
Az ilerde söz konusu edileceği üzere İslâm düşmanlığı, fırka ve mezhep taassubu, kabile, dil, belde veya peşinden gidilen kişileri öğme düşüncesi, mevki ve dünyalık hırsı, cahillik gibi sebeplerle Hz. Peygamber (s.a.s)’in ağzından hadis uydurulmuştur. İsnadsız hadis kabul görmeyeceği için de tamamen Hz. Peygamberin ağzından uydurulan bu sözlere rağbet sağlamak üzere düzme isnadlar ekleyerek halk arasında yayılmıştır. İşte bu şekilde Hz. Peygambere iftira edilerek onun ağzından uydurulan sonra da uydurma isnadlarla müslümanlar arasında yayılan rivayetlere mevzu hadis adı verilmiştir.
Mevzu hadislere az olmakla birlikte aynı manada muhtalak denildiği de olur. Mevzu hadislerin Hz. Peygamberle hiçbir ilgisi yoktur. Bu yüzden bunlara hadis denmesini doğru bulmayan âlimler vardır. Mevzu hadislerin Hz. Peygamber’e ait olanlara benzeyen tek yönü, onların da isnad ve metinden ibaret oluşudur.
Ancak hadis diye uydurulmuş sözlerin isnadı da düzmedir ve Peygamberimizin ağzından uydurulan sözlerin derecesine yükseltmek için uydurulmuştur. Mevzu hadislerin ne zaman ortaya çıktığını kestirmek güçtür. Ancak, Hz. Peygamber’in terbiyesi altında yetişmiş; varını yoğunu İslâm Dini uğruna feda etmiş bullunan Sahabenin bu kötü işi ilk defa başlatanlar olduğu düşünülemez; çünkü onların imanı Hz. Peygamber’in ağzından hadis uydurup uydurduklarını müslümanlar arasında yaymalarına engel teşkil eder. Ayrıca hepsi de Hz. Peygamber’in şu sözlerini bilen insanlardır. “Şüphe yok ki benim ağzımdan yalan söylemek başka bir kimsenin ağzından yalan söylemek gibi değildir. Kim benim ağzımdan kasıtlı olarak yalan söylerse Cehennem’deki yerine hazırlansın”679 Ayrıca Sahabîlerin büyük çoğunluğu İslâm Dini’nin esasları olan Kur’ân-ı Kerim ve Sünneti yaymak konusunda olağanüstü gayret göstermişlerdir. Hepsi de bu iki aslın gereğince hareket etmişlerdir.
Dolayısıyla onlara aykırı hareket ederek Hz. Peygamber’in ağzından asılsız şeyler uydurmuş olmaları akla yatkın değildir. Sahabenin hadis uydurmuş olması ihtimali söz konusu olmayınca geriye İslâm düşmanları kalır. Bunlar, Hz. Peygamber zamanında Cenâb-ı Hak vahiy gönderip yalanlarını açığa çıkardığı için seslerini kısmak zorunda kalmışlardı. Hz. Peygamberin ölümüyle vahiy kaynağı kesilince kısa zamanda müslümanlar arasında ikilik çıkarmaya muvaffak oldular. Üçüncü Halife Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan olaylar İslâm birliğini parçaladı.
Hz. Ali devrinde yapılan Sıffîn Savaşından sonra müslümanlar hariciler (havaric), Şi’a ve cumhur olmak üzere başlıca üç gruba ayrıldılar: 1. Hariciler (Havaric): Hz. Osman’ın şehid edilmesini; Sıffîn Savaşındaki hakem olayını bahane ederek Hz. Ali’ye karşı çıkanlardır. Bunlar Hz. Ali’yi tekfir edecek kadar ileri giderek sonunda onu şehid etmişlerdir. 2. Şi’a (Hz. Ali taraftarları): Hz. Ali Peygamber’in damadı, amcasının oğlu dindar, yiğit, âlim bir kimseydi. Bu meziyetleriyle sahabe arasında önemli bir yeri vardır.
Bazı kimseler onun Kureyş’in haşim oğulları koluna mensup olmasını da hesaba katarak halife olmasını istediler. Sıffîn savaşından sonra İslâm Dinî’ni içinden yıkmak için çalışan münafıklarla Yahudilerin tesiriyle, bu isteği ileri götürenler oldu. Bunlar önce Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tarafından vasi tayin edildiğini ileri sürdüler. Sonra daha ileri giderek onunla ilgili itikad esasları uydurdular. Hz. Ali adına uydurulan itikad esasları içinde onu uluhiyet derecesine yükselten sapık fikirler bile vardır. Zamanla Hz. Ali fikri etrafında toplananlara Şi’a denilmiştir. Şi’aya mensup olanlar, aralarına sızmış bulunan İslâm düşmanlarının tesiriyle kendilerini destekleyecek yollara başvurarak hadis uydurma yoluna gittiler.
Buna göre İslâm tarihinde ilk hadis uydurma işini Şi’a başlatmış oldu. Hz. Ali’yi olağanüstü vasıflarla öğen, Hz. Mu’aviye ve Emevîleri yeren hadislerin hemen hepsi Şi’a’nın uydurmasıdır. Bu çeşit hadislerden bir kaç örnek: “Ben ve Ali aynı nurdan yaratıldık. Cenâb-ı Hak Adem’i yaratmadan iki bin yıl önce biz arşın sağında idik. Allah sonra Adem’i yarattı bizi de erlerin sulbüne koydu..” 680 “Ali insanların en üstünüdür demiyen (insanların en üstünü olduğuna inanmayan) kâfir olur..” 681 “Kalbinde Ali’ye karşı kin besleyerek ölen bir kimse Yahudi ve Hristiyan olarak ölmüş olur.” 682 “Mu’âviye’yi mimberimde gördüğünüz zaman hemen öldürünüz.” 683 Hz. Ali taraftarları onun lehine, Emevîler ve Hz. Mu’aviye aleyhine hadis uydurunca karşı taraf da aynı yola başvurmakta gecikmedi.
Her iki tarafın uydurduğu hadislerin sayısı bir hayli fazladır. Emevîlerden sonra İslâm âlemine hakim olan Abbasiler devrinde de hadis uydurma işi devam etti. Bu kısa bilgi bizi hadis uydurma işinin Şi’a tarafından başlatıldığı, diğerlerinin onların açtığı Çığırdan yürüdükleri sonucuna götürmektedir. Nitekim Şi’a taraftan bir alim bu gerçeği şöyle anlatır: “Bil ki fedâ’il (bir kimsenin faziletleri) konusundaki yalan hadislerin aslı Şi’a tarafından gelmiştir. Onlar başlangıçta imamları hakkında çeşitli hadisler uydurmuşlardır. Onları hadis uydurmağa iten sebep hasımlarının düşmanlığı idi. Diğerleri bu faaliyeti gördükleri zaman, Şi’anın uydurma hadislerine karşılık onlar da kendi imamları hakkında başka hadisler uydurdular.” 684 3. Cumhur (Tarafsız Müslümanlar): Çoğunlukla Hz. Ali veya Haricîler tarafını tutmayanlardır. Tarafsız olan bu grubun içinde başka sebeplerle hadis uyduranlar -az da olsa- çıkmıştır.
Şi’a tarafından başlatılan hadis uydurma işi yukarıda değindiğimiz gibi daha sonraları alabildiğine devam etti. Bu arada hadis uydurma sebepleri arttı. Başlangıçta yalnız siyası maksatla hadis uydurulduğu halde sonraları kabile, milliyet, dil, ülke, mezhep, mezhep imamları konularında da hadis uydurulduğu görüldü. Bütün bu sebeplere müslümanları ibadete teşvik etmek heyecanlı va’zlarla halkı coşturup dünyalık elde etmek; halife ve valilerin gözüne girmek gibi sebepler eklenince hadis uydurma faaliyeti daha yaygın bir şekil aldı. Kim olursa olsun hadis uyduranları bu kötü işi yapmaya sevkeden bazı sebepler vardır. Bunlara esbâbu’1-vaz’ denir. Hadis uydurma sebeplerinin belli başlıları şunlardır: 1. İslâm Düşmanlığı: Hz. Peygamberin Medine’ye hicretinden sonra kurulan İslâm Devleti kısa bir zamanda çok güçlenmişti.
Bu devlet onun vefatı üzerinden çok geçmeden bütün Arabistanı kapladığı gibi İran ve Horasan içlerine kadar yayıldı. Yıkılan imparatorluklar, devrilen saltanatlar, bozulan menfaatlar kısa bir süre sonra İslâm düşmanlığına döndü. Öte yandan İslamiyeti yıkamayanlar, kuvvetlenmesine engel olamadıkları gibi onu içinden yıkmak için inanç esaslarına fesad sokmak; böylece, İslâm birliğini parçalamak yoluna gittiler. Çoğu müslüman olmuş görünerek birçok yabancı fikir ve hurafeleri hadis kılığında İslâm Dini’ne soktular. 2. Fırka, Mezhep, Kabile, Dil Ya da Beldeyi Yahut Mezhep İmamlarını Savunma İsteği: Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra ortaya çıkan çeşitli fırkalar, fikirlerin yayabilmek için iki kaynağa başvurdular: Kur’ân-ı Kerim ve hadisler…
Yaptıkları iş şöyleydi: Kur’ân-ı Kerim’i kendi fikirleri doğrultusunda te’vll etmek; görüşlerini destekleyen hadisleri yaymak; görüşlerine uymayan hadisleri zoraki te’vil etmek; Nihayet fikirlerine uygun hadis yoksa uydurmak… Tevbe etmiş bir ihtiyar haricinin şu sözü bunu gösterir: “Dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin, çünkü biz bir şey istedik mi onu hadis şekline koyuverirdik.” 685 3. İslâm Dini’ne Hizmet Etmek Arzusu: Müslümanları iyiye, doğruya, güzele yöneltmek; kötülüklerden uzaklaştırmak, böylece güya İslâm’a hizmet etmiş olmak için binlerce hadis uydurulmuştur. Amellerin faziletlerine, Kur’ân okumaya, nafile ibadete teşvik maksadıyla uydurulan sözler bu konuda tipik örnekler verir.
Bir tanesini görmek yeterli bilgi verecektir. “Her kim pazartesi günü dört rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha, Ayetu’l kursî, Kul huvallahu ahad, Kul e’ûzu bi’rabbi’l felak, kul e’ûzu bi’rabbi’n-nâs’ı birer defa okur; selam verdiğinde on defa istiğfar eder; on defa da salavât getirirse, bütün günahları affolunur. Allah Te’âlâ ona Cennette beyaz inciden yapılmış on odalı bir köşk verir. Her odanın uzunluğu ve genişliği üçer bin arşındır. Birinci oda beyaz gümüşten, ikincisi altından, üçüncüsü inciden, dördüncüsü zümrütten, beşincisi zebercetten, altıncısı iri incilerden, yedincisi parlayan bir nurdandır. Odaların kapılan anberden yapılmış olup her kapının önünde za’ferandan bin tane örtü vardır. Her odada kâfurdan yapılmış bir karyola; her karyolanın üzerinde bin yatak vardır…” Bu maksatla hadis uyduranlar, gariptir ki, müslümanlara hizmet ettikleri inancı içindeydiler. Böyleleri yaptıkları işi mazur göstermek için de, Hz. Peygamber aleyhine, ona isnad ederek yalan uydurduklarını değil; lehine yalan söylediklerini iddia ediyorlardı. 4. Şahsî Menfaat Kaygısı: Va’izlerin cami ve mescidlerde yaptıkları va’zları daha tesirli bir hale getirmek için baş vurdukları yollardan birisi halkı heyecanlandıracak hadisler uydurmaktır. Böyleleri halka hitaplarında onların dini duygularını ve heyecanlarını kabartarak dine karşı ilgilerini artırmak gayesi güderler. İçlerinde bu yolla meşhur olup şöhret ve servet elde etmek peşinde olanlar da vardır.
Bunlara kıssacı anlamında kassâs denilir. Çoğulu kussas gelir. (Bk. Kussas). Kıssacı vaizlerden birinin meşhur iki muhaddis, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Ma’in ile olan macerası bu konuda önemli bir misal teşkil eder. Özellikle halkın dinî duygularını istismar ederek dünyalık elde etmek uğruna hadis uyduranların halini çok güzel belirten meşhur olay Kussas başlığı altında nakledilmiştir. 5. Halîfe ve Emirlere Yaklaşmak Arzusu: Kendisine bir çıkar sağlamak ümidiyle meşhur veya zengin adamlara yaklaşan, onların arzularına göre hareket edenler her devirde bulunur.
Hadis uydurmaya başlanmasından itibaren müslümanlar arasında da böyleleri çıkmıştır. Halife veya emirlerin heveslerine göre fetva verenler, gerektiğinde hadis uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bu konuda Gıyâs b. İbrahim’in sahtekârlığı çok meşhurdur. Gıyâs bir gün Halife Mehdî’nin yanına girer. Onun güvercin yarıştırdığını görünce, hemen Hz. Peygambere kadar ulaşan bir sened söyler ve arkasından Peygamberimizin “Ok, deve, at ve kuş yarışlarından başkası için ödül almak helâl olmaz.” dediğini rivayet eder. Mehdi, Gıyâs’a hemen on bin dirhem verir; fakat hadisin aslında olmayan “kuş” kısmını uydurduğunu anlayınca “Senin şu kafan yok mu? o bir yalancı kafasıdır!” diyerek huzurundan kovar.
Hadis uydurmaya sebep oldukları için de güvercinleri kestirir. İslâm Tarihinin ilk devirlerinde başlayan hadis uydurma hareketi muhaddisleri hadis uyduranlarla mücadele etmek zorunda bırakmıştır.
Kasden yahut bilmeden yahut da iyiik yapıyorum düşüncesiyle uydurma sözleri hadis diye yayanlara karşı ciddî bir mücadele verilmiştir. Bu mücadele aynı zamanda Hz. Peygamber’e gerçekten ait olan hadislerin korunması için ne derece titiz dav-ranıldığını da gösterir. Hadis Vaz’ına karşı alimlerin aldıkları tedbirleri dört grupta incelemek mümkündür. 1. İsnad ve Sende Tenkidi: Muhammed b. Sîrîn’in şöyle bir sözü vardır. “İlk zamanlar kimse isnad sormuyordu; fakat müslümanlar arasına fitne girince o zaman isnad sorulmağa başlandı. Ehl- Sünnetten olanların hadisleri alınma; bid’atçıların hadisleri terkedilme yoluna gidildi. 686Bu söz bize uydurma hadislerin ortaya çıkması üzerine hadisçilerin sahih hadisleri toplayabilmek için onlan rivayet eden kimselere isnad sorduklarını gösterir. Gerçekten Hz. Osman’ın şehit edilmesi.
Bunu takip eden Cemel ve Sıffîn harpleri, İbnu’z-Zubeyr’in halifeliğini ilan etmesi, Velid b. Yezîd’in öldürülmesi gibi olaylar üzerine ortaya bazı siyasi karışıklıklar çıktı. Bu karışıklıklar, hadis uydurma hareketini alabildiğine körükledi. Böyle bir ortamda meydana gelen fikir ayrılıkları zamanla siyasî ve itikadı mezhepleri oluşturdu. Bunlara daha sonraları amelî mezhepler de eklendi. Bu fırka ve Mezhepler herbiri kendi görüşlerine uygun hadisleri yaymaya başlayınca hadislerin sayısı bir hayli arttı. Bir yandan mevzu hadislerin sayıca çoğalması öte yandan her önüne gelenin her duyduğunu rivayet etmesi karşısında ise isnad mecburiyeti konuldu.
Böylece hadis uydurmanın önüne az da olsa geçmek imkanı doğdu. Bir hadisi değerlendirmek isteyen ilkin onun senedine bakar. Hadisin sahih veya zayıf oluşu konusunda ilk bilgiyi sened verir. Eğer hadisin senedinde hadis uydurmakla tenkid edilen biri varsa senedlerin eleştirilip sağlam olanların açığa çıkarılması aynı zamanda uydurma hadislerin tanınmasına yardım eder. İsnaddaki kusurlar da böyledir. “Eğer isnad olmasaydı isteyen istediği sözü hadis diye rivayet ediverirdi. Böyle birine “Sana bunu kim rivayet etti?” diye sorulacak olsa şaşırıp kalır” sözü bunu gösterir. İlerde göreceğimiz gibi isnad ve sened tenkidi, İslâm âlimlerinin eseri olan Cerh ve Ta’dil, Târîhu’r-Ruvât gibi hadisle ilgili ilimlerin oluşmasını sağlamıştır. 2. Metin Tenkidi: Tamamen müslüman alimlerin icadı olan hadisle ilgili ilimlerin bir tek hedefi ve gayesi vardır. Hz. Peygamber’e gerçekten ait olan hadisleri tesbit etmek.
Bu hedefe varmak için konulan isnad ve ravileri eleştirmek gibi tedbirlerle yetinmeyen muhaddisler, elde edilen hadis metinlerini de eleştirmek yoluna gitmişlerdir; çünkü hadis uyduranlar uydurdukları hadislere en sağlam isnadlari eklemekten çekinmemişlerdir. Bu durumda bir hadisin sahih ve makbul sayılabilmesi için yalnızca isnad yeterli olmamıştır. Bir başka deyişle muhaddisler bir hadisi sahih kabul etmek için sadece isnadın ve senedin sahih oluşuyla yetinmişler; hadisin metnini bir de akıl süzgecinden geçirme yoluna gitmişlerdir. İbnu’l-Cevzî’nin “Allah atı yarattı, sonra koşturdu…” uydurmasını tenkid ederken söyledikleri bunu gösterir. Diyor ki: “Böyle bir hadisin ravilerini araştırmaya hiç gerek yoktur; çünkü sika raviler imkânsız bir şey rivayet edip devenin iğne deliğinden geçtiğini haber verseler, sikalıklarının bir faydası olmaz.
Eğer sen bir hadisi akla ve dini prensiplere aykırı bulursan, bil ki o hadis uydurmadır.”687 3. Muhaddislerin Mücadelesi: Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi hadîs uyduranlara karşı girişilen mücadele sahih hadisleri toplamak için yapılmıştır. Böyle bir maksatla yapılan mücadele sahih hadisleri toplayıp yaymak onlan sahih olmayanlardan ayırmayı sağlayacak kaideler koymak ve hadis rivayet esaslarını tesbit etmek şeklinde yapılmıştır, ayrıca muhaddisler hadis uyduranlara karşı durmuşlardır. Meşhur muhaddis Buhârî uydurma hadis rivayet edenlerin iyice döğülüp uzun süre hapsedilmesi (darbı şedîd, habs-i medîd) gerektiğine fetva vermiştir.
Muhaddislere ve mezhep imamlarına göre uydurma hadis rivayet eden kimse, başkalarının ibret alacağı bir şekilde cezalandırılır. Rezil edilir ve azarlanır. Yüzüne bakılmaz, selam verilmez. Kendisiyle bütün ilişkiler kesilir. Sufyân b. Uyeyne, böylesinin boynunun vurulması gerektiğini, Yahya b. Ma’în, kanının helal olduğunu söylemişlerdir. Demek oluyor ki hadisçiler, sünnetin koruyucusu olarak yalancıların karşısına çıkmışlar, onları yollarından çevirmek ve zararsız hale getirmek için maddî mukavemet usullerine başvurmuşlar; bazan da bir takım tehdit vasıtaları denemişlerdir. Şurası muhakkak ki, Sünnetin müdafaası uğruna yapılan mücadelede büyük bir başarı elde edilmiştir. 4. Mevzu Hadislerin Teşhiri: Muhaddislerce, bir hadisin uydurma olduğuna çeşitli şekillerde hükmedilir, ancak onu uyduran raviye nisbetle verilecek hüküm, insanda hasıl olan galib zan yolu iledir. Kesinlikle değildir; çünkü çok yalancı olan bir kimsenin bazan doğru söylemiş olması mümkündür.
Böyle bir kimse tarafından rivayet edilen hadis hakkında mevzu hükmünü vermek, o kimsenin rivayetinde doğru olabileceği ihtimali dolayısıyla zanna dayanır; ancak bu zan, ravinin yalancı olarak bilinmesi dolayısıyla da gerçeğe yakındır ve hadis hakkında sahih hükmünden ziyade mevzu hükmünün verilmesinin sağlar. Diğer taraftan, bu hükmü verecek olan hadis imamları sahip oldukları kuvvetli meleke, parlak zihin, geniş anlayış ve hükme mesned teşkil eden karinelere derin vukuf sayesinde, hadislerin mevzu olanlarını diğerlerinden ayırt etmekte güçlük çekmezler. 688 Bazen de bir mevzu hadisin uydurma olduğu, onu uyduranın itiraf etmesiyle anlaşılır.
Hadis uyduranların bir kısmı sonradan yaptıklarını itiraf etmişler; bir kısmı zor karşısında bir kısmı da pişmanlık duyarak yaptıklarını kendi ağızlarıyla söylemişlerdir. Buna dair pek çok misal vardır. Meselâ Meysere, Kur’ân’ın faziletleri konusundaki hadisi uydurduğunu bizzat kendisi itiraf etmiştir. Ömer b. Subh’un Hz. Peygamberin bir hutbesini uydurduğunu itiraf etmesi de bu konuda misal verilebilir.689 Bununla birlikte hadisin mevzu olduğuna delâlet eden bazı karineler vardır.
Bu karineler bazen ravide olur, bazen de hadisin kendisinde bulunur. Ravide bulunan karinelerin önemlileri, ravisinin hadis uydurmakla tanınan bir kimse olması, hali, aşın mezhep taraftan oluşu gibi hususlardır. Bunlar hakkında kısa bilgiler verelim. Mevzu hadisin ravilerinden biri en ağır cerh sebebi olan hadis uydurmakla tanınan birisi ise isnadında onun yer aldığı hadisin mevzu olduğuna kolayca hükmedilebilir. Meselâ: “Allah için ilmi talep eden biri ilmin herhangi bir babına (konusuna) göz atar atmaz alçak gönüllülüğü artar. İnsanlara karşı tevazuu, Allah korkusu, dünya işlerine gayreti fazlalaşır. İlminden faydalanan ilim öğrenmek için müracaat edilecek kkimse odur.
İlmi dünya menfaati ve insanlar nazarında yüksek mevkii sahibi olmak sultanlara yakınlık kurmak için öğrenen kimse ise onun herhangi bir konusuna gelince nefsinde büyüklük duygusu, Allah’a karşı gururu; dininde cefası artar. İşte böylesi ilimden hiç bir fayda görmez. İlmi kendine hüccet olmaktan çıkar. Kıyamet günü ise pişmanlık ve aşağılık verir.” 690hadisinin ravisi Ömer b. Subh aşırı yalancı ve hadis uydurmakla bilinen biridir. 691Bu hadisin isnadında onun ismine rastlanması onun uydurma olduğunun açığa çıkmasına yardım eder.
Bazen hadisin mevzu olduğu ravisinin halinden anlaşılır. Buna misal olarak Me’mun b. Ahmed’in el-Hasenu’1-Basrî ile ilgili bir sözü verilebilir: Bir gün bu şahsın yanında el-Hasen’in Ebu Hureyre’den hadis işitip işitmediği konusunda ihtilaf söz konusu edilince Me’mun, hemen Hz. Peygamber (s.a.s)’e ulaşan bir isnad söyleyerek şöyle demiştir: “El-Hasenu’l-Basrî Ebu Hureyre’den hadis işitti.” 692 Seyf b. Umer et-Temîmî anlatmıştır. Sa’d b. Tarifin yanında bulunuyordum. O sırada oğlu mektepden ağlayarak gledi. Ona neden ağladığını sorunca çocuk “hoca döğdü” cevabını verdi. Sa’d hemen “bu gün onu rezil edeceğim” dedi ve Haddesenî İkrime, an İbn Abbas isnadiyle Hz. Peygamberin “Çocuklarınızın hocaları en şerlilerinizdir.
Yetimlere karşı en az merhametli, yoksula karşı en katı kalpli olanlar da onlardır” dediğini rivayet etti. 693 Bir gün Me’mun b. Ahmed el-Hereviye, “Görüyormusun Horasan’da İmam-Şâfiî’ye tâbi olanlar ne kadar çoğaldı” denilince hemen Hz. Peygambere kadar ulaşan bir isnad söyleyerek onun “Gün gelir, ümmetimden Muhammed b. İdris isminde biri çıkar. O ümmetim için İblis’den daha tehlikelidir. Gün de gelecek, ümmetimden Ebu Hanîfe adlı biri çıkacak, o ümmetimin ışığı olacaktır” buyurduğunu rivayet eder. Şu rivayet de aynıdır: Muhammed b. Ukkaşe el-Kirmânî’ye “halk namazda rükua varırken ve rûkudan kalkarken ellerini kaldırıyorlar” denildi.
O hemen bir isnad sevkettikten sonra Hz. Peygamber (s.a.s)’den “rukuya varırken ellerini kaldıranın namazı olmaz” hadisini rivayet etti.” 694 Ravinin aşırı mezhep taraftarı oluşu da mevzu hadisin tanınmasında önemli bir karinedir. Böyle bir ravi mezhep veya mezhep imamı, yahutta mezhebin görüşü ile ilgili bir hadis rivayet ederse bu, hadisin mevzu olduğunu delâlet eden karine sayılır. Yukanda geçen Me’ınun b. Ahmed’in Şafiî’lerin Horasan’da yayıldıklarının söylenmesi üzerine hemen Îmam-Şafiî’yi yeren buna karşılık İmam-ı A’zam’ı öğen hadis rivayet edişi buna da misaldir.
Me’munun mutaassıp bir hanefî oluşu rivayetinin mevzu oluşuna ayn bir karine olmuştur. Bir hadisin mevzu olduğuna delâlet eden karinelerden hadisin metninde bulunanlara gelince, bunlar sırasıyla hadislerin lafzında ve manasında bozukluk olması; akla ve tecrübe ile kazanılmış bilgilere aykm olması; Kur’ân-i Kerim’e ve sahih hadislere aykınlık; tarihî olaylara aykınlık; elde mevcut güvenilir hadis kaynaklarında bulunmamak; birçok kimsenin görmesi gereken bir olayı bir kişinin rivayet etmesi gibi hususlardır. Hz. Peygamber Arapların en güzel konuşanıydı. Bundan dolayı Onun sözlerinde ölçülü bir ifade güzelliği, açıklık, akıcılık, belagat gibi Arap dilinin kaidelerine uygun bir güzellik vardır. İşte bu noktadan hareket eden muhaddisler, sözünde veya manasında ölçüsüzlük, dil kaidelerine aykınlık bulunan hadislerin mevzu olduğunu söylemişlerdir.
Gerçek de öyledir. Meselâ halkı hayırlı işlere teşvik etmek için uydurulan hadislerde aşırılık, özellikle sevap ve cezada ölçüsüzlük vardır. Dinsizlerin ve islâm düşmanlarının uydurdukları hadisler ise Müslümanlığın temel ölçülerine sığmayan bayağı ifadeler taşır. Bu belirtiler onların uydurma olduğunu hemen belli eder. Meselâ “Kim (he) harfini tek gözlü yapmadan besmele yazarsa Allah ona bir milyon iyilik yazar; derecesini bir milyon kere yükseltir.” 695 (Kim helâlinden kazandığı bir hurma ile iftar ederse kıldığı namaza 400 namaz ilave edilir.” 696 “Nisan ayının çıktığını bana müjdeleyenin Cennet’e girmesine kefil olurum.” 697 Hz. Peygamber’e gerçekten ait olan sözler akla, sağduyuya, tecrübe ile elde edilmiş bilgilere tamemen uygundur. Dolayısıyla bunlara aykırı olan sözler ona ait değildir. Meselâ, “Nuh’un gemisi Kabe’yi yedi kere tavaf etti; İbrahim makamının arkasında iki rekât namaz kıldı. Ana babasına iyilik etmek isteyenler şairlere para versin…
İnsanoğlunun kalbi kışın yumuşar. Bunun sebebi, Allah’ın Âdem’i çamurdan yaratmış olmasıdır; çünkü çamur kışın yumuşak olur.” Uydurmaları gibi. 698 Allah Resulü Kur’ân-ı Kerim’i müslümanlara tebliğ etmekle kaimamış; aynı zamanda onu açıklamış ve uygulamıştır. Onun her sözü ve davranışı Kur’ân-ı Kerim’e uygundur. Buna göre, eğer bir rivayet Kur’ân-ı Kerim’e ve onun doğrultusundaki sahih hadislere aykırı ise onun uydurma olduğuna hükmedilir. Meselâ, “Kötü ahlaklı olmak affedilmeyecek bir günahtır.” uydurması “Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez. Bunun dışında dilediğini affeder,..” mealindeki âyete 699aykırıdır. Allah’ın adı Ahmed veya Muhammed olanları Cehennem’e koymayacağına; güzel yüzlü ve siyah gözlülere azap etmeyeceğine dair olan uydurma da öyledir; “Allah sizin vücutlarınıza ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar” sahih hadisine aykırıdır. 700 Mevzu hadislerin uydurma olduklarını gösteren karinelerden birisi de hadiste anlatılanların tarihî olaylara aykırı olmasıdır.
Buna göre, bir hadiste anlatılan olaylar tarihî gerçeklere uymuyorsa, o hadis uydurmadır. “Soğuktan sakının; çünkü kardeşiniz Ebu’d-Derdâ’yı soğuk öldürdü.” 701Sözü gibi. Hz. Peygamberin böyle bir söz söylemesi mümkün değildir; çünkü Ebu’d-Derdâ Hz. Peygamberin vefatından 22 yıl sonra Hicretin 32. yılında ölmüştür. Şu uydurma da aynı şekildedir; “Hz. Aişe söylüyor: “Peygamber (s.a.s)’in Fatıma’nın boynunu birçok defalar öptüğünü gördüm. Bunun sebebini öğrenmek istedim. Buyurdular ki, “Yâ Humeyrâ! Bilmezmisin ki, Mi’raca çıktığımda Allah’ın emriyle Cebrail beni Cennet’e götürdü. Bir benzerini görmediğim kokusu hoş; mevyesi nefis bir ağacın yanında durduk.
Cebrail’in soyarak bana ikram ettiği meyveleri yedim. Allah onlardan bende bir su yarattı. Dünyaya dönünce Hatice ile beraber oldum; sonunda Fatıma’ya hamile kaldı. İşte ben Cennet’teki o ağacın kokusunu özledikçe Fatıma’nın boynunu öper; o kokuyu alırım.” Bu hadisin uydurma olduğu da tarihî olaylara aykırı oluşundan bellidir; çünkü Hz. Fatıma Hz. Peygambere peygamberlik verilmeden 5 yıl önce doğmuştur. Ayrıca Mi’rac, Peygamberliğin 12. yılında ve hicretten bir; Hz. Hatice’nin ölümünden iki yıl sonra olmuştur. Halbuki hadise göre, Peygamberlikten önce doğan Hz. Fatıma’nın, Hz. Hatice’nin ölümünden iki yıl sonra dünyaya gelmiş olması gerekir. Böyle bir şey olmayacağına göre hadisin uydurma olduğu kendiliğinden açığa çıkar.
Nitekim İbnu’l-Cevzî bu hadisi tenkit ederken şunları söylemiştir: “Bu sözlerin uydurma olduğunda hadis mütehassısları bir yana, acemi hadisciler bile şüpheye düşmez. Bu sözleri uyduran kimsenin zerre kadar tarih bilgisine sahip olmadığı meydandadır; çünkü Hz. Fatıma, Hz. Peygamber’e Peygamberlik verilmezden önce dünyaya gelmiştir. Burada Mi’racdan bahsedilmesi ise ayrı bir rezalettir: çünkü Mi’rac, Hz. Hatice’nin ölümünden sonra ve Hicretten bir yıl önce olmuştur.” 702 Hz. Peygamberden rivayet edilen hadisler genellikle birinci hicri asnn sonlarından başlamak üzere derlenmiş, çeşitli metodlarla muteber eserlere geçirilmiştir.
Öyle ki, bu eserlere girmeyen hiç bir sahih hadis kalmamıştır. Bu yüzden elde mevcut güvenilir hadis kitaplarında bulunmayan hadislerin uydurma olduğuna kanaat getirilir. es-Suyûtî bu konuda der ki: “Hadis kitaplarında yer almayan, muttasıl bir isnadı da olmayan hadislere yalnız bazı va’z, tefsir, siyer ve tarih kitaplarında rastlamaktayız. İlk devirlerdeki hadis imamları zamanında mevcut olmayan bu sözlerin çoğu sonradan uydurulmuştur.” 703 Mevzu hadisler arasında öyleleri var ki, birçok sahabî huzurunda söylendiği iddia edildiği halde ravisi tekdir.
Bu husus o hadisin mevzu olduğuna mühim bir karine teşkil eder; zira birçok sahabî tarafından işitildiği ileri sürülen bir hadisin hiç değilse birkaç sahabî tarafından rivayet edilmesi beklenir. Veda Haccı dönüşünde Hz. Peygamberin Gadîru Hum denilen yerde mola vererek kendinden sonra Hz. Ali’yi halife tayin ettiğini ve fakat orada bulunan ashabın bu haberi gizlediklerini söyleyen ralizîlerin iddiası bu konuda güzel bir örnektir. Bu uydurmanın önce sahih bir isnadı yoktur. Öte yandan Hz. Peygamber şayet Hz. Ali ‘yi halife tayin ettiğine dair böyle bir açıklama yapsaydı, hilafet konusunda o kadar anlaşmazlıkların çıktığı günlerde sahabîlerin bunu belirtmeleri gerekirdi. Oysa binlerce Sahabî huzurunda söylendiği iddia edilen sözleri rivayet eden sahabî çıkmamıştır. Buradan anlaşılır ki bu, rafizîlerin uydurmalarından biridir.
Hz. Peygamberin ikindi namazını kılmadığı bir gün, batmış olan güneşin onun namazını yetiştirmesi için geri döndüğünü, herkesin buna şahit olduğu bildirilen uydurma da böyledir. Herkesin şahit olduğu söylenen bir olay yalnızca Ebu Seleme’den rivayet edilmiş gösterilmektedir. Ne maksatla uydurulmuş olurlarsa olsunlar, mevzu hadislerin İslâm Dini’ne ve müslümanlara çok büyük zararları olmuştur. Özetleyecek olursak; a) Hz. Peygamberin Kur’an-ı Kerim’i tebliğ edip hükümlerini uyguladığını biliyoruz. Yine biliyoruz ki o, yaşayış ve davranışlarıyla müslümanlara örnek olmuştur. Nitekim Allah, Kur’ân-ı Kerimde onun “en güzel örnek” olduğunu belirtmiştir. 704Ayrıca “Allah Resulünün size verdiklerini alın; men ettiklerinden sakının” buyurmuştur. 705Bu durumda Hz. Peygamberin sözleri ve davranışları İslâm Dini’nin özünü teşkil eder.
Bir başka deyişle, gerçekten ona ait hadisler, İslâmiyet’in esasını oluşturur. O halde uydurma hadisler dinin özünü ortaya koymadıkları gibi yanlış anlaşılmasına sebep olurlar. b) Hz. Peygamberin söylemediği bir sözü ona nisbet etmek veya onun ağzından yalan uydurmak dinin esaslarının değiştirilmesi demektir. Helâli haram; haramı helâl göstermeye kadar varabilir. Bu ise İslâm Dini’nde olmayan şeyleri var; olanları da yok göstermekle birdir. Bu açıdan bakıldığında uydurma hadisler her şeyden önce İslâmiyet’in yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur. Söz gelişi bir uydurma hadiste Hz. Peygamberin şunları söylediği iddia edilir: “Dünya ahiret ehline haramdır. Ahiret dünya ehline haramdır. Hem dünya hem ahiret Allah ehline haramdır.” 706Bu ve benzeri yüzlerce uydurma hadisin müslümanlann dünyadan el etek çekip tek taraflı bir zühd hayatı yaşamalarının başlıca sebepleri olduğu şüphesizdir.
Oysa Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Allah’ın sana verdiği (nimetler) de ahiret yurdunu gözet; dünyadan da nasibini unutma.” 707 “Yer yüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.” 708 “De ki Allah’ın kulları için yarattığı zineti ve temiz rızıkları haram kılan kimdir? Bunlar dünya hayatında Mü’minlerindir; kıyamet gününde de yalnız onlar içindir, de”709 Demek oluyor ki uydurma hadisler müslümanlara yanlış bir dünya görüşü aşılamıştır. İslâm âleminin ekonomik bakımdan geri kalmasının en önemli sebeplerinden birisi de bu eksik dünya görüşüdür, denilebilir. c) Mevzu hadisler müslümanlar arasına tefrika ve düşmanlık girmesine yol açmıştır.
Daha önce söz konusu ettiğimiz gibi Hz. Osman’ın şehit edilmesi üzerine müslümanlar arasına ayrılık girmiş ve bu ayrılık zamanla çeşitli fırka ve mezheplerin doğmasına sebep olmuştur. Bahis konusu fırka ve mezheplerin her biri, davasını kuvvetlendirmek ve müslümanları kendi tarafına çekmek için hadis uydurmaya başlamıştır. Sonunda bu hadislerin tesiriyle aynı dine bağlı, kitabı bir olan, aynı peygambere inanan müslümanlar birbirine düşman hale gelmiştir.
İşi daha ileri götürenler karşısmdakileri küfürle itham etmiştir. Özellikle çeşitli Kelam ve Fıkıh mezheplerinin bir kısım cahil taraftarları uydurdukları hadislerle müslümanlar arasındaki ayrılığın artmasına sebep olmuşlardır. d) Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamberin koyduğu ölçülere göre bütün Mü’minler eşittir. Birinin diğerine takvadan başka üstünlüğü yoktur. Hal böyle iken, aksine uydurulan hadislerle müslümanlar arasında ırk, milliyet ve dil üstünlüğü fikri yayılmıştır, arapların, Arapçanm, İranlıların, Farsçanın, Türklerin faziletlerine dair uydurulan hadisler bu konunun örneklerini teşkil ederler. e) Uydurma hadisler İslâm Akaidine de tesir etmiştir.
Bir takım din düşmanlarının uydurdukları yüzlerce hadis İslâm Dini ile bağdaşmayan birçok batıl itikat ve hurafenin İslâmiyet’e sokulmasına sebep olmuştur. Bu çeşit hadisler samimi müslümanların inancını sarstığı gibi dini gönlüne tam anlamıyla yerleştirememiş olanları ondan soğutmuştur. Bunun sonucu olarak zındıklık denilen dinden uzaklaşma artmıştır, Ayrıca özellikle Allah, kader, Ahiret Günü gibi itikat esasları etrafında meydana gelen çeşitli münakaşa ve sapmalarda mevzu hadislerin önemli tesirleri olmuştur. f) Özellikle kıssacıların va’z ederken kullandıkları mevzu hadisler halkın cahil kalmasına ve tembelliğine yol açmıştır.
Kıssacıları İslâm âlimi sanarak peşine düşenler İslâm Dini’nin gerçek yönünü hiç bir zaman öğrenemezler; çünkü kıssacı için asıl olan daha çok halka İslâm Dini’ni öğretmek değil kendini onlara kabul ettirmektir. Bunun için de çok kere asıl dini vazife ve sorumlulukları öğretecek sahih hadisler yerine duygulara hitap eden asılsız hikayeler anlatmayı tercih ederler. Aslında hadis uydurmanın en önemli sebeplerinden birisi, yukarıda gördüğümüz gibi budur. İşte bu yüzden halk cahil kaldığı gibi tembelliğe de itilmiştir. Ömür boyu ibadetle elde edebileceği sevabı iki rekatlık nafile namazla kazanacağına inananlar ikincisini tercih edebilirler. Dolayısıyle kıssacılar uydurma hadislerle halka bol keseden sevap dağıtırken asıl dinî vazifelerin ihmaline teşvik etmiş olurlar. 710 Mevzu hadisler hüküm yönünden iki kısımdırlar.
Bunlardan birincisi Hz. Peygamberin ağzından uydurulanlar; ikincisi, başkalarının sözleri olduğu halde Hz. Peygamber’in sözü imiş gibi gösterilenlerdir. İkincisine Mevdû’u’l-Metn tabir edilmiştir. Hangi kısım olursa olsunlar yalan, uydurma ve düzme olduklarından mevzu hadislere hiç bir şekilde itibar edilemez. Mevzu hadis rivayet etmenin hükmüne gelince, a) Bir mevzu hadisi Hz. Peygambere aitmiş gibi rivayet etmek haramdır. Hadis ahkama, kıssaya, tergib veya teşvike neye ait olursa olsun, farketmez. b) Uydurma olduğunu bilerek, müslümanlann dikkatini çekmek için rivayet edilirse haram değildir; fakat bu durumda uydurma olduğunun söylenmesi şarttır. c) Mevzu olduğunu bilmeden rivayet edenler bir günah işlemiş olmazlar; ancak dinî bir konuda titiz davranmadıkları için hata etmiş sayılırlar. d) Mevzu hadisi uydurma olduğunu ispatlamak için rivayet eden bir âlim ise sevaba girmiş olur.