KIRILAN PUTLAR
Bir yaz sabahı idi. Başlarında şaşkın ve zâlim hükümdarları Nemrud olmak üzere şehrin bütün halkı, Tanrılara ibâdet yapmak üzere yakındaki bir dağa çıkmıştı. Kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar herkes dini törene katıldığı için şehir bomboştu. Hz. İbrahim (a.s.) bu tenhalığı bulunmaz fırsat bilerek şehrin puthanesine gitti. Yanma keskin bir balta almayı da ihmal etmemişti. İçeri girince kapının yanından başlayarak Allah diye tapılan bütün putları tek tek kırmaya başladı. Hepsini bir bir kıra kıra baş putun yanma kadar ilerledi.
Baş putun yanı başından dönüp geriye bakınca put evinin taş ve kuru çamur kırıkları ile dolup taştığını gördü. Hz. İbrahim (a.s.), kendini mukaddes dâvasının dikenli yolundaki en önemli kaleyi fethetmiş kabul ediyor ve elinde tuttuğu balta ile büyük zafer kazanmış bir kumandan gibi dimdik durup gülümsüyordu.
Cahil beyinsizlere Allah oldukları söylenerek yıllardır önünde herkese boyun eğdirilen ve kâinatı üstün güçleri ile çekip çevirdikleri sanılan; sırasında kendilerinden gözyaşları içinde medet ve yardım umulan putlar, önünde cansız bir moloz yığını halinde uzanıyordu. Halbuki bunlar adına halka ne zulümler ne işkenceler çektirilmişti.
Nemrud, halkı canavarmkinden farksız pençesi altında ezerken işte bu cansız moloz yığınından selâhiyet aldığını söylüyor, onlar tarafından halkı dilediği gibi idare etmekle görevlendirildiğini öne sürüyordu. Bütün cinayetler, savaşlar, haksızlıklar ve cezalar işte bu cansız ve acayip şekillerin uğruna göze almıyor, işleniyordu. Aslında halkın kara cahilliği ile halkı dilediği gibi kandırarak mevki ve servet hırslan bu taş ve çamur yığınlarına Allah diye tapmasına yol açıyor ve insanlığın alnına bu kara lekeyi sürüyordu.
Hz. İbrahim (a.s.), elindeki baltayı yanı başında dikildiği en büyük putun lânetlik boynuna asarak puthaneden uzaklaştı. Ertesi gün puthanedeki bütün putların kırıldığı haberi hızla şehrin her tarafına yayıldı. Herkesin kalbini büyük bir heyecan ve korku sardı. Halk başlarına ağır bir felâketin çökmek üzere olduğunu; öfkeye gelecek olan Tanrıların şimşekler, yıldırımlar yağdırarak şehre ağır bir ceza vereceklerini kulaklardan kulaklara fısıldadı. Heyecan ve korkudan titreyenlerin başında ise Nemrud geliyordu.
Kocaman puthanenin putlarını bir bir devirdikten sonra baltasını en büyüklerinin boynuna asan güçlü elin, yakında onun da yakasına yapışacağından şüphesi kalmamıştı.
Öte yandan taşı, toprağı bile korku, kin ve intikam kusan şehrin her köşesini zâlim hükümdarın cellâtları tarıyor, işkenceli soruşturmalarla putları kıran elin sahibini arıyordu. Sonunda bu işin İbrahim adındaki putları küçümseyen ve halkı başka bir dine çağıran genç tarafından yapıldığına karar verildi. Çünkü merasim günü şehirde kalan tek insan O’ydu. Üstelik putlara karşı taşıdığı kini de her fırsatta açıklamaktan geri kalmamıştı.
Hükümdarın adanılan hemen İbrahim’i bulup sorguya çekmeye başladılar. O’na ” Bizim putlarımızı ne hakla baltadan geçirdin” diye soruyorlardı. İbrahim, “Putlarınızı ben kırmadım” dedi. “Madem ki baltayı en büyük putun boynunda buldunuz. O halde diğer putları o koca put kırmış olmalıdır. Kim bilir belki küçükler sözünü dinlemedikleri için onlara böyle ağır bir ceza vermek zorunda
kalmıştır” diye sözlerine devam etti.
İbrahim’in alaycı tebessümlerle gülümseyen dudaklarından bu sözleri duyunca, Nemrud’un adamları öfkeden kudurarak küplere bindi. “Hem putlarımızı kırıp bizi Tanrıların ağır lânetleri ile karşı karşıya bırakıyorsun üstelik şimdi de bizimle alay ediyorsun. Hiç taştan yapılma b*ir put, eline balta alarak öbür putları kırabilir mi? Putları kıran sensin; göreceksin başına neler gelecek!..”
Hz. İbrahim (a.s.), zaten karşısındakilere bu sözü söyletmek için baltayı koca putun boynuna asmış ve putları onun kırmış olabileceğini ileri sürmüştü. Bekletmeden ağır bir balyoz gibi cevabını yapıştırdı; “Bu sizin Tanrılarınız ne biçim Tanrılardır ki ele balta geçirip birbirlerini kıramıyorlar da canlı cansız bütün varlıkları idare ediyorlar? Madem ki cansız ve güçsüz olduklarını siz de kabul ediyorsunuz onlardan nasıl medet umuyor, onlara ümitle yalvarıyorsunuz?”
Cansız putları Allah diye tanıtarak halkı sürüm sürüm süründüren bu zâlimin adamlarına Hz. İbrahim’in bu mantıklı ve inandıncı sözlerinin tesir edeceği elbette ki beklenemezdi. Tersine azgın cellâtlar, daha da öfkelenmiş ve yırtıcı canavarlarınkinden farksız dişlerini gıcırdatmaya başlamışlardı. Anlaşılan küfrün baş reisi olan hükümdarlarından aldıkları kesin emre dayanarak Hz. İbrahim’e ağır bir ceza vermeye ve böylece akıllan sıra yeni dinin güçlü soluğunu tamamen boğmaya kararlıydılar. Vakit harcayıp halkın kargaşalığa kapılmasını ve İbrahim’in etrafına toplanılmasına fırsat hazırlanmasını istemiyorlardı.
ğından şüphelenmişti. Fakat artık genç bîr delikanlılık çağına varmış olan oğlunun üzerine vararak onu çileden çıkarmaktan çekiniyordu.
Öte yandan İbrahim (a.s.), dâima tenha ve yalnız köşelerde tek başına düşünmekten büyük bir zevk duyuyordu, cahil ve beyinsiz olduğunu sık sık söylediği halkla münasebet kurmaktan hoşlanmıyordu. O düşünüyor, taşınıyor ve kendisini ilerisinin şanlı ve tehlikeli mücadelesine hazırlıyordu. Allah’tan bir gün kendisine Peygamberlik geleceğini seziyor; halkı şaşkın ve zâlim Nemrud’un baskısından nasıl kurtararak ortaksız Allah önünde secde etmeye inandıracağını düşünüyordu.