Öncelile Fil süresinin faziletini veya sırlarını ne için okuyrasanız okuyun. İlk olarak Kur’ân-ı kerîm okurken, bunun Allahü Teâlâ’nın kelâmı olduğunu düşünmelidir. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri buyuruyor ki: “Mânâsını anlayarak da, anlamayarak da Kur’ân-ı Kerîm okuyan Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına kavuşur.” Onun için burada niyet çok önemlidir. Sizler’de Fil süresini okurken ne için okuduğunuzu okuma bittikten sonra Allah’ım Fil süresi hürmetine diyerek’te dua edebilirsiniz.
Mushaftaki sıralamada yüz beşinci, iniş sırasına göre on dokuzuncu sûredir. Kâfirûn sûresinden sonra, Felak sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Sûrede fil ordusu kıssası anlatılmaktadır. Kâbe’yi yıkmak isteyen Yemen’in genel valisi Ebrehe’nin fillerle Mekke’ye hücumunu, sonuçta yok olup gitmelerini (aş. bk.) konu edinmiştir.
FİL SÛRESİ’NİN FAZİLETİ VE YARARLARI
Kullarına derdi veren Allâh dermanını dahi vermiştir. Kur”ân Sûrelerini okumanın aynı zamanda birer zikir olduğunu da düşünürsek, bu sûrelerin özelliklerindeki hikmet ve incelikleri anlamış oluruz. Fil Sûresinin özellikleri şöyledir:
“Hasımlarına karşı Fil Sûresini okuyan kimse, hasımlarını (düşmanlarını) mağlup eder.” Sûreleri okuma adeti ise en az üç, beş, yedi kere olur. Sonra (100) yüz kere olabildiği gibi daha fazla da olabilir. Nitekim bunun örnekleri geçmektedir.
“Akşamlan bilhassa, akşam ile yatsı arasında (1000) bin kere okuyan kimse, her türlü muradına kavuşur, tüm dilekleri gerçekleşir ” buyrulmuş Fil Sûresi hakkında.
FİL SURESİ NEDEN İNDİRİLMİŞTİR?
Kâfirun suresi ile yapılan bu bildiriden sonra, kâfirler artık Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selem)’le yapmayı düşündükleri uzlaşmadan/anlaşmadan tamamen ümitlerini kesmişler ve yeni bir strateji belirlemeye karar vermişlerdir. Maddeci, ahiret inkârcısı ve ahlâksız kâfirler [Kureyş’in ileri gelenleri], çıkarları gereği putçuluğu devam ettirmek azminde oldukları için tüm putları reddeden Müslümanlığı kendi çıkarları açısından tehlikeli bulmuşlar, İslam’ın ilerlemesine engel olmayı yeni stratejileri olarak benimsemişlerdir.
İlk zamanlar Haşimîlerden çekindikleri için Ebutalib’in himayesinde Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selem)’in hayatına müdahale edemeyen Kureyşliler, artık sadece “mecnun, kâhin, şair” gibi ifadelerle yetinmeyip fiziksel saldırılara da başlamışlardı. Bu saldırılarını Ukbe’nin Kâbe’de yaptığı gibi, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selem)’i boğma girişiminde bulunacak kadar ileri götürmüşlerdi.
Yeni stratejileri gereği, herkesin gözünü korkutarak Müslümanlığın ilerlemesine engel olmayı amaç edinen Kureyşliler, kabilesi güçlü olan Müslümanlara dokunamamalarına karşılık, kimsesizlere, özellikle köle ve cariyelere, sonu ölümlerle biten işkenceler uygulamışlardır. Giderek artan bu işkenceler karşısında, Müslümanların bir kısmı dinlerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Bu dönemde peygamberimiz ve beraberindekilerin içinde bulundukları korku ve çaresizlik, daha sonra Bakara suresinin 214. ayetinde başkalarına örnek olarak anlatılmıştır.
İşte, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selem) ve Müslümanlar bu sıkıntılar içindeyken gerekli manevî destek onlara bu sure ile verilmiş; Allah’a inanıp buyruklarını yerine getirenlerin, hakka inanmalarına rağmen güçsüz oldukları için zalimlere karşı çıkamayanların korkmamaları gerektiği, Allah’ın onları koruyacağı ve onlara yardım edeceği bildirilmiştir. Ayrıca bu surede, Allah’ın buyruklarına karşı gelenlerin, inananlara ve zayıflara saldırıda bulunarak zulmedenlerin, güçleri ne olursa olsun Allah’ın cezalandırması karşısında yok olup gidecekleri de vurgulanmıştır.
Habeşliler, Yemen’i ele geçirince Ebrehe adındaki komutan buranın valisi olmuştu. O da diğer Habeşliler gibi Hıristiyan’dı. Arabistan’ı yakından tanıdı. İdaresindeki halkın Hac ve ziyaret için Mekke’ye gittiklerini ve Kâbe’ye hürmet ettiklerini müşahede etti. Kâbe’nin itibarını azaltmak ve itibar kazanarak halkı kendisine meylettirmek için ondan daha cazip ve görkemli bir kilise yapmaya karar verdi. Habeş kralının da yardımı ile kısa sürede San’a şehrine görkemli bir kilise yaptı. Kulleys adını verdiği bu kiliseyi altınlar ve gümüşler ile süsledi. Çevreye haber göndererek halkı Kâbe yerine Kulleys’i ziyaret etmeye çağırdıysa da bu çağrı kabul görmedi. Hatta bir gece Kulleys’e gizlice giren bir adam hakaret olsun diye kilisenin içine pisledi. Bu duruma son derece öfkelen Ebrehe, Kâbe’yi yakmaya ve taş üstünde taş bırakmamaya yemin etti.
Ebrehe atmış bin kişilik kalabalık bir ordu ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Taif’e geldiği zaman adamlarının bir kaçını keşif için ileri gönderdi. Onlarda Mekkelilere ait hayvan sürülerini önlerine katıp getirdiler. Bu hayvanlar arasında Peygamber Efendi’mizin dedesi olan Abdülmüttalib’in de iki yüz devesi bulunuyordu.
Abdülmuttalib yanına birkaç kişi alarak doruca Ebrehe’ye gitti. Gelen kişinin boylu poslu, iri yapılı, heybetli bir olduğunu gören Ebrehe, ona büyük hürmet gösterdi. Ebrehe tercümanı aracılığı ile Abdülmuttalib’e sordu. ‘’Ne için geldin?’’ Abdülmuttalib develeri için geldiğini bildirince
Ebrehe:
‘’Ben de seni büyük bir zat sanmıştım. Senin dinine ve ceddine ait olan Kabe’yi yıkmaya gelmişken, sen develerden bahsediyorsun dedi’’
Abdülmuttalib :
‘’Ben develerin sahibiyim. Develeri isterim. Kâbe’nin sahibi var. Onu koruyacak olan odur cevabını verdi.
’’Ebrehe:
‘’Bana karşı onu koruyacak olan kimse yok’’ deyince
Abdülmuttalib:
‘’Orası beni ilgilendirmez. İşte sen, işte o!’’dedi. Bu konuşmadan sonra Ebrehe develerin verilmesini emretti. Abdülmuttalib develerin alıp Mekke’ye geri döndü. Başına toplanan ahaliye ‘’Bu evin sahibi onu korur korkmayınız’’ diye teselli verdi ve halka dağlara çıkmasını emretti. Kendisi de Kâbe’ye gidip şöyle dua etti:
‘’Allah’ım! Kul malını, evini, ehlini korur. Sen de bu evini, kendi ehlini haçlı ordusuna karşı koru. Onların haçlı kuvvetleri Sen’in kuvvetine asla galip gelemeyecektir. Onlar cahilliklerinden Sen’in haremine karşı yürüdüler, Sen’in büyüklüğünü düşünemediler.’’ Abdülmuttalib bu şekilde Allah-u Teala’ya ağladı. Sonra dağa çekilip Hıristiyan Habeş ordusunun akıbetini beklemeye başladılar.
Ebrehe, 17 Muharrem Pazar günü sabahı ordusunu düzenleyip askerin önüne Mahmud adı verilen meşhur fili koyarak Mekke’ye doğru yürümeye başladı. Mekke’ye yaklaşıp içeri girmeye hazırlanırken o meşhur fil aniden çöküverdi. Ne yaptılarsa fili yerinden kaldıramadılar. Filin yönü başka tarafa çevrilince koşarak o tarafa gidiyor, fakat Mekke’ye çevrilince yere çöküyordu.
Onlar fille çekişmekte iken deniz tarafından aniden çıkan Ebabil kuşlarının hücumuna uğradılar. Dağ kırlangıçları adı verilen bu hayvanlar, ağızlarında bir tane ve ayaklarında iki tane olmak üzere mercimekten büyük, nohuttan küçük kızgın taşlar yüklenmişlerdi.
Kibirli Ebrehe ve kalabalık ordusu, büyük bir paniğe kapılmış, bir o yana bir bu yana kaçışmaya başlamışlardı. Habeş ordusunun çoğunluğu, üzerlerine düşen kızgın taşlardan helak olmuşlardı. Düşe kalka Yemen’e varanlarda çok geçmeden orada ölüyorlardı. Ebrehe ise yaralanmış, vücudu parça parça dökülmeye başlamıştı. O halde bir ibret olmak üzere Yemen’e varmış ve sonunda bedeni küçücük kalmış, kalbi parçalanarak can vermişti.
Meşhur fil sağ kalmıştı. Fakat gözü görmüyor, ayakları tutmuyordu. Habeş ordusundan kalan cenaze artıkları, Allah-u Teala tarafından gönderilen bir sel ile temizlenmişti. Araplar, bu hadisenin meydana geldiği seneye ‘’Fil Senesi’’ adını verdiler.
İşte Fil Suresi, bu ibret verici kıssayı haber vererek din düşmanlarını sakındırmakta ve Allah-u Teala’nın kudretini gözler önüne sermektedir. Ayrıca Peygamber Efendimizi teselli ederek, Allah-u Teala’nın mukaddes kıldığı Kabe’ye saldıranların helak olduğu gibi, Allah-u Teala’nın alemlere rahmet olarak gönderdiği Habib’ine ve onun tebliğ ettiği dine saldıranların da helak olacağını bildirmektedir.