Ana-baba ve çocuklardan meydana gelen en küçük topluluk. İnsan cemiyetinin temel nüvesi.
Bir binanın sağlamlığı ve dayanıklılığı, temelinin sağlam olmasına bağlı olduğu gibi, milletlerin sağlıklı ve huzurlu olması da ailenin sağlam ve mazbut olmasına bağlıdır. Toplumun temeli olan ailede karşılıklı nak ve vazifelere dikkat edilmezse, cemiyette insanların huzuru kaçar ve nesiller bozulur.
Bunun neticesinde cemiyet yıkılarak çöker. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ gönderdiği bütün kitaplarında, aile müessesesinin korunması için nikâhı helâl, zinayı haram kılmıştır.
Aile ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhisselâmdan günümüze kadar bütün toplumların temeli olmuştur. İnsanlık târihinde ilk aileyi hazret-i Âdem’le, hazret-i Havva ve evlâdları meydana getirdiler.
O zaman Adem. aleyhisselâma, ayrı batından olan oğullarıyla kızlarının birbirleriyle nikâhlarıması ve bu suretle hem neslinin devam etmesi, hem de aile müessesesinin muhafaza edilmesi emr edilmişti.
Kadın ve erkeğin toplumun temeli olan aileyi meydana getirmeleri, nikâh ile meşruiyet kazanır. İnsanları hak yola davet eden bütün peygamberler; nikâhın aile kurmada esâsı teşkil ettiğini, zinanın haram kılındığını ve kadının, ailenin temel unsurlarından olduğunu bildirdiler.
Ancak peygamberlerin dâvetine kulaklarını tıkayan azgın insanlar ve peygamberlerin zamanlarından uzaklaşan kavimler, kendi istek ve arzularına göre, aile müessesesini yıkmağa ve kadını, ailenin temel unsuru olmaktan çıkarmağa çalıştılar.
Târihte yaşamış değişik milletler, değişik aile tiplerine ve anlayışına sahip olmuşlardır. Eski Hind’de kadın; evlenme, mîras ve diğer muamelelerde hiç bir hakka sahip olmayıp, sâdece bir zevk vâsıtası olarak görülüyor, hattâ kutsal kitab olarak kabul edilen Vedalarda, kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir mahlûk olarak tasvir ediliyordu. Budizm’in kurucusu olan Buda, önceleri kadını, dînine kabul etmiyordu. Kadının bu derece aşağı bir varlık olarak kabul edildiği Hind toplumunda belli ve sistemli bir aileden bahsetmek mümkün değildi.
İsrâiloğullarında da hak ettiği değer verilmeyen kadın, babasının evinde iken bile hizmetçi gibiydi. Baba onu bir mal gibi satabilirdi. Boşama hakkı, keyfî ve sınırsız olarak erkeğe aitti. Kızlar, Babalarının mirasından, ancak başka vâris olmadığı takdirde hak alabilirlerdi.
Eski Mısır’da, ailede babanın sözü geçerli olup, kadın da önemli yer tutmaktaydı. Babanın ölümünden sonra oğulları, onun dînî vazîfelerinin, hak ve yetkilerinin mîrâsçısıydı. Kısaca aile, toplumun temeli sayılıyordu.
Bâbillilerde ve Sümerlerde bir tek erkeğin bir kadınla evlenmesi esâsına dayanan bir aile düzeni vardı. Baba, ailenin bütün fertleri üzerinde geniş bir hak ve yetkiye sahipti. Ailenin bütün fertleri, baba için çalışırdı. Oğullar evlenseler dahî, baba ölünceye kadar baba evinde kalırlardı.
Komünizmin temelini teşkil eden fikirlerin yaygın olduğu eski İran’daki Sâsânî devletinde, aile müessesesi kabul edilmiyor, kız kardeşle ve kendi kızıyla evlenmek caiz görülüyor; hattâ teşvik ediliyordu. Kız kardeş ve annelerin bir değeri yoktu.
Eski Yunan’da, Genos adı verilen geniş bir aile tipi hâkimdi. Erkek çocuklar ailenin imtiyazlı ferdi oldukları hâlde, kadın ve kızlar hiç bir hakka sâhib değillerdi. Evlenmekten maksad; erkek çocuğa sâhib olmak ve şehvetleri tatmin etmekti.
Yunan filozofu olan Eflâtun; “Kadın, elden ele orta malı olarak gezmeli” derken, Aristo; “Kadın, yaratılışta yarı kalmış bir erkektir” diyordu.
Çinlilerde kadın, insan sayılmadığından ad konulmazdı. İngiltere’de de kadın, erkekler tarafından alınıp satılan bir mal olarak kabul edilirdi.
İlk günahın işlenmesine sebeb kabul edilen ve böylece insanlığın felâketini hazırlayanın kadın olduğuna inanan hıristiyanlar, kadına şeytan nazarıyla bakarlardı. Murdar bir varlık olarak kabul edildiği için İncil’e el süremezdi.
Eski Türklerde de aile, toplumun temeli olarak kabul edilip, erkek hâkim olmakla birlikte, kadının önemi büyüktü. Mal ve mülk sahibi olurdu.
Arabistan yarımadasında da aile, toplumun temeli olarak kabul edilmekle birlikte, kadın bir nevî tatmin vâsıtası olarak kabul edilirdi. Evlenme, aile kurma, boşanma ve mîras hakkından mahrumdu. Kadın bir ticâret metâı gibi alınır satılır, kız çocukları aile için yük ve zillet olarak kabul edildiği için, diri diri toprağa gömülürdü.
Hülâsa; târih boyunca milletlerin, ekonomik durum ve iklimin te’sirine göre çeşitli aile tipleri meydana gelmiştir. Toplumlara göre az çok farklılıklar göstererek devam eden aile, toplumun temeli olarak kabul edilmiştir.
Fakat ailenin asıl fertlerinden olan kadın ise, bâzı istisnalar hâricinde, toplumda lâyık olduğu mevkü bulamamıştır.
En son ve en mükemmel din olan İslâmiyet; toplumun huzuru ve insan neslinin devamı için ailenin temel olduğunu bildirmiş, bu sebeble nikâhı helâl kılarak, zinayı yasaklamış ve haram saymıştır. Kadını ise en yüksek dereceye çıkarmıştır. İslâmiyet’in kadına verdiği kıymeti hiç bir din hiç bir düşünce vermemiştir.
İnsan neslinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi ve toplumun temeli olan ailenin sağlam olmasını emreden
Allahü teâlâ, Nur sûresi 32. âyetinde meâlen; “İçinizden bekâr ve dul olan erkek ve kadınları, kölelerinizden ve cariyelerinizden, nikâha sâlih olanları evlendiriniz. Eğer fakir iseler Allahü teâlâ onları (evlenmeleri sayesinde) fazlu keremiyle zengin yapar. Allahü teâlânın lütfü boldur. O her şeyi hakkıyla bilendir” buyurdu.
Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm da hadîs-i şerîflerinde; “Nikâh yapmak benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan kimse benden değildir” ve “Ey gençler zümresi! Kim içinizden evlenmeğe muktedir ise evlensin. Çünkü gözü haramdan en çok saklayan, ırzı en sağlam muhafaza eden budur” ve “Muhabbetli ve doğuran kadınlarla evlenin. Çünkü ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla iftihar ederim” buyurmak suretiyle evlenmeyi, toplumun temeli olan aile kurmayı ve insan neslinin sağlıklı bir şekilde devamını emr buyurmuştur.
İslâm dîni, kadının erkeğe, erkeğin kadına ve çocuklarına ve çocukların anasına, babasına karşı olan güzel vazifelerini, haklarını bildirmiştir. Hadîs-i şerîflerde; “İmânı en olgun olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır” ve “En iyiniz, evinizde kadınlarına karşı iyi olanınızdır.” buyruldu.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, hicretin onuncu yılındaki veda haccındaki hutbesinde; “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz” buyurmuştur.
İslâm dîni, ailede işlerin daha düzenli yürümesi, hak ve vazifelerin taksimi için erkeği hâkim kılmıştır.
Nisa sûresi 34. âyetinde meâlen; “Erkekler, kadınları terbiye edici ve onlara iş vericidir. Allahü teâlâ erkekleri kadınlardan üstün yaratmıştır” buyuruldu.
İslâmiyet’in erkekleri kadınlardan üstün tutmasında bir çok sebeb ve hikmetler vardır. Bu üstünlük aile hayâtının düzgün olması için de lâzımdır. “Aile içinde kadın ile erkeğin hakkı eşit olmalı. Hayat müşterektir” sözü yanlış ve kıymetsizdir.
Enbiyâsûresi 22. âyetinde meâlen; “Allah’dan başka bir ilâh, bir tanrı daha bulunsaydı, âlemdeki nizâm bozulur, karmakarışık olurdu.” buyuruldu.
Bu âyet-i kerîmedeki kuvvetli mantığa dayanarak düşünenlere göre, aile içinde derece derece herkesin ayrı bir hakkı ve değeri, şerefi lâzımdır ve aile arasında bir baş bulunmasına zaruret vardır. Millete bütün hakların verildiği bildirilen Cumhuriyet idaresinde bile, bir devlet başkanı yâni Cumhurbaşkanı vardır.
Demek ki, devlet idaresinde olduğu gibi, her toplulukta ve bir topluluk olan aile hayâtında son sözün herhalde bir yere bağlanması lâzımdır.
Dikkat edilirse, ailede müslüman erkekleri, kadınlarından daha çok vazife görmekle mükelleftirler. Çünkü para kazanmak, evin ihtiyaçlarını te’min etmek erkeğin omuzlarındadır. “Hayat müşterektir” diyerek bu ağır yükü kadınlara da yüklemeğe kalkışmak, işin içinde başka kötü niyet yoksa “Başınızın çâresine bakınız” diyerek erkeklerin kadınları himayelerinden silkip atması demek olup, kadınların zararına bir düşüncedir.
“Hayat müşterektir” sözü ile, erkeklerin yüklendiği kazanma yüküne ortak olacakları işleri, evin içinde de yapabilirler. Ev işleri, çocukların bakımı para ile başkalarına yaptırılacak olursa büyük bir yekûn tutacaktır.
Aile bütçesine katkı düşüncesiyle dışarıda çalışan kadınların kazandıkları para, kendi özel masrafları ile birlikte hizmetçinin ücretini bile karşılayamıyacak, geçim yükü yine yalnız erkeğin sırtında kalacaktır. Bu suretle dışarıda çalışan kadın da günün bütün yorgunluğunu üzerine alarak evine döner. Anne şefkatinden uzak, sıcak bir aile yuvasına hasret kalan çocuklar da huzursuz ve problemli olarak yetişecektir.
Evinden uzak olan anne ve babadan, şefkat ve merhametten uzak kalan çocuklardan meydana gelen aileden huzur beklemek de, bulutsuz havadan yağmur beklemeye benzer.
İbrahim Hakkı hazretleri MÂRİFETNÂME adlı eserinde özetle şöyle buyurmaktadır: “Huzurlu ve mes’ûd bir ailenin kurulabilmesi için, aile fertlerinin birbirlerine karşı vazifeleri vardır. Ailede erkek, zevcesine karşı, her zaman güzel huylu olmalı, yumuşak davranmalıdır.
Çünkü Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Müslümanların en iyisi, en faydalısı, zevcesine karşı iyi ve faydalı olandır” buyurdu.
Erkek, zevcesinin hâlini hatırını sorup, üzüntülü görürse onu teselli etmeli, sevineceği güzel şeyler anlatmalıdır. Yapamıyacağı şeyleri bile söz vererek, gönlünü almalıdır.
Çocukları terbiyede ona yardım etmelidir. Memlekette âdet olan elbisenin, çamaşırın en kıymetlisini giydirmelidir. İyi şeyler yedirmeli, ona; geniş, kullanışlı, sıhhî ve İslâm hanımına yakışan elbise ve nefis yiyecekler te’min etmeyi kendisine borç bilmelidir. Yemeği yalnız yememeli, çoluk-çocukla yemelidir. Hanımını döğmemelidir.
Çünkü Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: “Bir erkek zevcesini döğerse, kıyamette ben onun davacısı olurum.”
Bâzı kimseler Nîsâ sûresi otuz üçüncü âyetinde kadınların döğülmesi emr olunuyor diyorlar.
Hâlbuki, bu âyet-i kerîmede meâlen, “Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. Çünkü, Allahü teâlâ bâzı kullarını bâzısından üstün yaratmıştır. Hem de erkekler, kendi mallarını onlar için hare ederler. Kadınların iyileri, Allahü teâlâya itaat eder ve zevcelerinin haklarını gözetirler. Zevceleri hazır olmadıkları zaman, onların namuslarını ve mallarını Allah’ın yardımı ile korurlar. Hıyanet etmesinden korktuğunuz kadınlara zevç haklarını öğretin ve tatlı sözlerle nasihat edin. Onları yatağınızdan ayırın. Yine uslanmaz iseler hafif doğun. Uslanırlarsa onları üzecek şey yapmayın” buyurulmaktadır.
Görülüyor ki, mala ve namusa hıyârnet etmeyen kadınları değil döğmek, onları ne suretle olursa olsun, üzmek bile caiz değildir. Hâin olanları da yumruksuz açık el ile veya düğümsüz açık mendil ile hafif vurarak ıslah etmeğe izin verilmiştir. Namusa ve mala hıyanet edenlere her hükümet ve her kânun ağır ceza vermektedir.
İslâmiyet kadınlara çok kıymet verdiği, çok acıdığı için hâin olanlarını kânun pençesine düşürmeden önce, hafif vurmakla ıslâh edilmelerinin de tecrübe olunmasını emr etmektedir.
Erkek hanımına, Allahü teâlânın emirlerini yapmak hususunda olan kusuru için bir günden çok dargın durmamalı, onun huysuzluklarını yumuşak karşılamalıdır.
Zevcesinin ahlâkında bir değişiklik görürse, kabahati kendinde bulup, “Ben iyi olsaydım o böyle olmazdı” diye düşünmelidir. Zevcesinin iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükr etmelidir. Bakkal, kasab, çarşı, pazar işlerini asla ona bırakmamalı, evin idaresinde onun fikrini sormalı, dışarıdaki büyük işleri söyleyerek onu üzmemelidir.
Zevcesinin bilmeyerek yaptığı hareketleri için dâima uyanık bulunmalı, onun günah olmayan kusurlarını görmemezlikten gelmelidir.
Günah iş ve sözden vazgeçmesini ve namaza, oruca ve gusl abdesti almağa devam etmesini tatlı ve yumuşak sözlerle nasihat etmelidir. Zevcesinin ayblarını, sırlarını herkesten gizlemelidir. Ona latife, şaka yapmalıdır.
Zevcesine Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzlardan, haramlardan, ona lâzım olanları öğretmelidir. Zevcesi namaz kılıyor ve kendisine itaat ediyorsa ve yabancı erkeklere açık, saçık görünmüyorsa; memnun olup, Allahü teâlâya şükr etmelidir.
Ona gamını, kederini, düşmanlarını ve borçlarını söylememelidir. Ona yanında ve olmadığı zamanlarda hep hayır dua etmeli, fena dua etmemelidir. Zevcesini boşamamalıdır. Allahü teâlâ bütün mubahlar içinde yalnız talak vermeği (boşamayı) sevmez.
Ailede erkeğin kadına karşı vazifeleri olduğu gibi, kadının da erkeğine karşı vazifeleri vardır. Kadın kocasına karşı saygılı ve güler yüzlü olmalıdır. Eve geldiği zaman onu karşılayıp hâlini hatırını sormalıdır. Her emrinde ve işinde kocasına itaat etmelidir. Ondan izinsiz olarak bir yere gitmemelidir.
Kocasının haram ve günah olmayan her emrine itaat etmeli, isteklerini yerine getirmelidir. Ramazan orucu hâricinde kocasından izinsiz olarak oruç tutmamalıdır.
Güzelliği, malı vezenğinliğiyle kocasına öğünmemelidir. Giyinme ve yeme işlerinde kocasına üzüntü vermemeli, onun gücü yetmiyeceği şeyleri istememelidir. Sesini kocasının sesinden yüksek çıkarmamalı, eziyet edip, canından, hayâtından usandırmamalıdır. Kocasının yanında ve arkasında ona dua etmeli, onu övmemelidir.
Kocası için mubah olan şeylerle süslenmeli, namusunu ve malını gecegündüz korumalıdır.
Yâni kendisi nâmahrem olan erkeklere görünmemeli, efendisinden izinsiz evine kimseyi almamalı ve hiç kimseye onun malından bir şey vermemelidir.
Karı ve kocanın çocuklarına karşı vazifeleri ise; anne ve baba, çocuklarının doğumuna sevinmelidir. Kız veya erkek ayırmamalı hattâ kız çocuğu olursa daha da sevinmelidir. Çocuğa güzel isim koymalıdır. Yedinci gününde veya daha sonra akîka niyetiyle koyun kesip kemiklerini kırmadan taksim etmeli, yâhud pişirip yedirmelidir. Yedinci gününden on yaşına kadar oğlunu sünnet ettirmelidir.
Oğlu yâhud kızı altı yaşına gelince onlara Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzları ve dînin diğer edeblerini öğretmelidir. Oğluna ok atmak, yüzmek ve kolay bir san’at öğretmeli. Kızına ise yemek pişirmek, yün eğirmek ve dikiş dikmek gibi işleri öğretmelidir. Bütün çocuklarını süsleme, giydirme, yedirme ve hediyede beraber tutmalıdır.
Çocuklarını şefkatle öpmeli ve acıyarak kucağına almalı, onlara merhametli davranmalıdır.
Onlarla oynayıp, güler yüzle konuşmalıdır. Onlara beddua etmeyip, hayır dua etmelidir. On yaşına gelen çocuklarını erkek ve kız diye ayırıp başka başka yataklarda yatırmalı, odalarını ayırmalıdır. Evlenme çağına geldikleri zaman onları rızâlarıyla evlendirmeyidir. Çocuklara yapamayacakları işi ve hizmeti emr etmemeli, onların âsî olmalarına sebep olmamalıdır.
Yanında olanlarına kendi yediğinden yedirmeli, giydiğinden giydirmelidir. Hiç kimsenin evlâdı için kötü düşünmemelidir. Zira başkaları da onun çocukları için kötü düşünebilir.
Toplumun temeli olan ailede huzurun sağlanabilmesi için, çocukların da anne ve babalarına ve kardeşlerine karşı vazifeleri vardır; çocuklar anne ve babanın günah ve haram olmayan emirlerine itaat etmelidirler. Onların yanında gayet yumuşak konuşmah, ne zaman çağırırlarsa hemen koşup gitmelidir. Babasını ismiyle çağırmamalı, saygı duyarak onun arkasından yürümelidir.
Kendi için istediği ve razı olduğu şeyleri, onlar için de istemeli, istemediği ve beğenmediği şeyleri onlar için de istememelidir. Hizmete muhtaç oldukları vakit hizmetlerinde bulunmalı, giyime muhtaç oldukları vakit onları giydirmeli ve diğer ihtiyaçlarını gidermelidir.
İhtiyarladıkları zaman onlara şefkat ve merhametle bakmalı, onların mağfireti için dua etmelidir. Onlar öldükten sonra akrabalarını ve ahbablarım, ziyaret etmeli, sıla yaptığı kimselerle alâkayı kesmemelidir. Onlar için istiğfarda bulunup dua etmelidir.
Abdullah bin Mes’ûd (radıyallahü anh) şöyle nakleder; “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden sordum; “Allahü teâlâya hangi amel daha sevgilidir?”
Buyurdular ki: “Vaktinde kılınan namazdır.” Sonra hangisidir?” dedim. Buyurdular ki: “Anneye babaya ikram, iyilik, ihsan ve itaattır.” “Sonra hangisidir?” dedim. Buyurdular ki: “Allah yolunda cihâd etmektir.”
Enes bin Mâlik’in (radıyallahü anh) rivayet ettiği hadîs-i şerîfde; “Her kim ömrünün uzamasını, kendinin mesrur ve rızkının artmasını isterse, ana ve babasına iyilik ile ikramdan geri kalmasın. Akraba ve taallukâtına da sıla-i rahm yapsın” buyurdu…
KAYNAK:
1) Mârifetnâme
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye: sh. 568, 569, 570
3) Fâideli Bilgiler; sh. 286, 287