Oyunun kurallarını bilmek
Yapılan işlerin nasıl, kimler tarafından ve hangi ilişkilerle sonuçlandırıldığına ilişkin bilgisi olmak: ‘oyunun kurallarını baştan beri bilen biri olarak şimdiye kadar sömürülmemiştim.’ -t. Uyar.
Oyunu almak
Oyunu kazanmak.
Oyuna kurban gitmek
Bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak: ‘yakalanan bir komşunun garazına yahut bir el birliğine yahut da bir oyununa kurban gitmiştir.’ -s. F. Abasıyanık.
Oyuna getirmek
Birini tuzağa düşürmek, aldatmak: ‘orada da arif denilen hergele bizi oyuna getirdi.’ -m. Ş. Esendal.
Oyuna gelmek
Aldatılmak: ‘bir oyuna geldin, onuruna yediremiyorsun.’ -h. Taner.
Oyuna çıkmak
Oyun için sahneye çıkmak: ‘ben ilk defa oyuna çıkıyorum, beyefendi de gelmiş burada allık pudra sürüştürüyor.’ -t. Buğra.
Oyun yapmak
Sp. 1) güreşte rakibe oyun uygulamak; 2) mec. hile yapmak.
Oyun vermek
Oyunda kaybetmek.
Oyun oynamak
1) birini aldatmak, kandırmak: ‘üç aydan beri bana mütemadiyen aynı oyunu oynuyorsunuz.’ -y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. hile yapmak.
Oyun kurmak
Sp. 1) bir yarışmayı kazanmak için belirli bir taktik uygulamak; 2) mec. hile yapmak.
Oyun çıkarmak
Sp. oyun oynamak: millî takım güzel bir oyun çıkardı.
Oyun bozmak
1) tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, planları altüst etmek: ‘ömer de bizimle idi ama oyunumu bozacağı için sana yüzünü göstermemiştim.’ -r. H. Karay. 2) mızıkçılık etmek.
Oyun bağlamak
Sp. güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek.
Oyun almak
Oyunda kazanmak, sayı sahibi olmak.
Çocuk oyuncağı hâline getirmek
Yeteneksiz kimselerin karışmasıyla bir işi değerinden düşürmek.
(birine) oyun etmek
Kurnazlıkla birini aldatmak: ‘kendisine oyun ettim diye, benden kuşkulandığı hâlde gene bana başvuruyor.’ -o. C. Kaygılı.
Ayak oyununa gelmek
Kandırılmak.