Su yüzüne (üstüne) çıkmak
Görünür olmak: ‘bilinçaltı bir baskı belki de ilk kez su üstüne çıkıyordu.’ -ç. Altan.
Su yüzüne çıkmak
Bir süre örtülü kalmış bir iş veya sorun aydınlanmak, belli olmak: ‘tiyatroda sorunlar su yüzüne çıkmış, bunların neler olduğu anlaşılmıştır.’ -m. And.
Su yüzü görmemiş
Su görmemiş.
Su yürümek
İlkbahara doğru ağaçlar tomurcuklanmaya başlamak.
Su yapmak
Den. gemi veya sandalın içine dibinden su girmek: ‘bir adam için alın damarı çatlamış, dediler mi su yapan tekneden beterdir.’ -b. Felek.
Su vermek
1) bitkileri sulamak; 2) hayvanlara su içirmek; 3) insanlara içmek için su getirmek.
Su kesmek
Sulanmak: bu yoğurt su kesmiş. Bu karpuz dura dura su kesmiş.
Su katılmamış
Kendine özgü olan durumu koruyan, başka bir etkiyle değişmemiş, bozulmamış olan: ‘o bizim su katılmamış biricik münekkidimizdir.’ -b. R. Eyuboğlu.
Su kapmak
Yaralar azmak.
Su kaçırmak
1) su sızdırmak; 2) argo baş ağrıtmak, can sıkmak.
Su iktiza etmek
Gusül gerekmek.
Su içinde kalmak
Çok terlemek, su gibi ıslanmak.
Su içinde
En kötü şartlarda bile: bu masa su içinde on bin lira eder.
Su götürür yeri olmamak
Başka türlü yorumlanacak bir yönü bulunmamak: yapılanların su götürür yeri kalmadı.
Su görmemiş
Çok kirli (yüz, el).
Su gibi terlemek
Çok terlemek.
Su gibi olmak
Çok ıslanmak.
Su gibi ezberlemek
Yanlışsız okuyabilecek kadar ezberlemek.
Su gibi bilmek (okumak)
Yanlışsız bilmek veya okumak.
Su gibi aziz ol!
Su getirenlere iyi dilek olarak söylenen bir söz.
Su gibi akmak
1) zaman hızla geçmek; 2) para, yiyecek vb. bol bol gelmek: ‘şoförlükten bir senede artırdığım para ile bu bağı almıştım. O vakit su gibi para akıyordu.’ -r. N. Güntekin.
Su gibi
Çok ıslak: ‘ben bir yere gidemem, arkamda gömlek su gibi.’ -m. Ş. Esendal.
Su gelmek
Tıp doğumdan önce amniyon sıvısı döl yolundan akmak.
Su etmek
Den. bir geminin içine herhangi bir yerinden su girmek veya su sızmak.
Su dökünmek
Yıkanmak: ‘biraz su dökünüp hafiflik hissettikten sonra kalktılar.’ -n. F. Kısakürek.
Su dökmek
Hlk. küçük abdest bozmak.
Su çekmek
1) içine su almak; 2) alçak bir yerden tulumba vb. ile su çıkarmak.
Su çarpmak
Yüzünü su ile yıkamak.
Su basmak
Bir şey veya yer sular altında kalmak, her yanı suyla dolmak.
Su almak
1) suyu içine çekmek: ayakkabılarım su alıyor. 2) den. su yapmak; 3) den. gemiye içme suyu doldurmak; 4) tıp herhangi bir organdan tedavi maksadıyla su boşaltmak; 5) mec. bozukluk, yozlaşma başlamak: ‘bu güven bir yerinden su alıyorsa o gediği zamanında kapamak gerekir.’ -h. Taner.
Saman altından su yürütmek
Belli etmeden iş çevirmek, ortalığı karıştırmak: ‘saman altından su yürüten, ürkek, kaypak görünüşlü insanoğlunu tanımışlığı var.’ -y. Kemal.
Pişmiş aşa (soğuk) su katmak
Yoluna girmiş olan bir işi bozmak: ‘biz olanca gücümüzle batılılaşmaya çalışırken senin bu düşüncelerin pişmiş aşa soğuk su katıyor.’ -h. E. Adıvar.
Kulağına kar suyu kaçmak
Bir duyum almak.
Kulağına kar suyu kaçırmak
Dolaylı olarak duyurmak.
Köküne kibrit suyu dökmek (kökünü kurutmak)
Bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok etmek.
Köküne kibrit suyu
Yerin dibine batsın, ölsün, kahrolsun.
Kırk dereden su getirmek
Bin dereden su getirmek.
Keçeyi suya atmak
Ar ve namusu hiçe saymak.
Keçesini sudan çıkarmak
Güç olan bir işi, durumu yoluna koyarak rahatlamak.
Kalburla su taşımak
Verimsiz, sonuçsuz bir işle uğraşmak.
İçtikleri su ayrı gitmemek
Sıkı fıkı dost, arkadaş olmak: ‘içtikleri su ayrı gitmez, her derdini onunla paylaşırdı.’ -h. Topuz.
İçine su serpilmek
Ferahlamak.
Çeliğe su vermek
Çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak: ‘yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur kırılmazdı, çeliğe su vermek sanatının yalnız ona mahsus bir sırrı idi.’ -ö. Seyfettin.
Çakı suyu kesiyor
Bıçak suyu kesiyor.
Bulaşık suyu gibi
Kötü hazırlanmış, tadı tuzu olmayan (sulu yiyecek ve içecek).
(birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek)
Alıngan, çabuk darılır olmak, şakadan anlamamak.
(birinin) eline su dökemez
‘değerce ondan çok geride’ anlamında kullanılan bir söz.
(birinin) dümen suyunda gitmek
Birine bağımlı olmak, her şeyde ona uyarak davranmak.
(birinin) düğününde kalburla (elekle) su taşımak
Bir yardımına karşılık olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardımda bulunma sözü vermek.
(bir yerin) suyu mu çıktı?
‘beğenilmeyecek nesini gördün?’ Anlamında kullanılan bir söz.
(bir yerde) içecek suyu olmak
O yere gitmesi kısmet olmak.
(bir şeyin) üzerine bir bardak (soğuk) su içmek
Alay üstüne bir bardak su içmek.
(bir şeyin) üstüne bir bardak (soğuk) su içmek
Alay o işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, o işten vazgeçmek.
Bir içim su (gibi)
Çok güzel (kadın): ‘görmeyeli sen büsbütün bir içim su olmuşsun.’ -a. İlhan.
Bir bardak suda fırtına koparmak
Önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.
Bin dereden su getirmek
Birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek: ‘rıfat paşa gibi terbiyeli bir zat bile bin dereden su getirir, harp siyasetimizi methederdi.’ -y. K. Karaosmanoğlu.
Başından aşağı kaynar sular dökülmek
Üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntı duymak.
Ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim?
Seyrek gelen bir konuğa yarı sitem, yarı sevinçle söylenen söz.
Ayağı (ayakları) suya ermek
Bir gerçeği anlayarak aklı başına gelmek.