Deveyi düze çıkarmak
Güçlükleri giderip işleri yoluna koymak.
Deveyi havuduyla yutmak
Eline geçen ve hakkı olmayan şeyleri kendi menfaati için kullanmak, hiç çekinmeden büyük suistimal yapmak.
Deveye hendek atlatmak
Birine yapılması çok zor, hemen hemen imkânsız olan işleri yaptırabilmek: ‘görülüyor ki insanlara bir şeyi anlatmak deveye hendek atlatmaktan güçtür.’ -s. Birsel.
Devede kulak (kulak gibi) kalmak
1) çok az önemi olmak, söz etmeye değer bulmamak: ‘kitaptan öğrendikleri, hayattan gözlediklerinin yanında devede kulak kalır.’ -s. Birsel. 2) yetersiz, çok küçük veya az olmak: ‘tekaüt aylıkları günün ihtiyaçları karşısında devede kulak gibi kalıyordu.’ -r. N. Güntekin.
Deve olmak
Para veya yiyecek kaybolmak.
Deve nalbanda bakar gibi
Alay hiç görmediği, bilmediği bir şeye bakar gibi.
Deve kuşuluk etmek
Deve kuşu gibi başını kuma sokup gerçeklerden uzak duracağını sanmak: ‘bu harekete sadece şımarık gözü ile bakmak deve kuşuluk etmek olur.’ -h. Taner.
Deve kuşu gibi (yüke gelince kuş, uçmaya gelince deve)
Uygun şartlarda terslik çıkaran.
Deve kuşu gibi başını kuma sokmak (gömmek)
1) bir tehlike, bir olay karşısında yararlı olmayacağı apaçık ortada olan kaçamak bir yola sapmak; 2) başkalarını aldattığını sanarak kendisini aldatmak.
Deve gibi
1) uzun boylu; 2) hantal.
Deve dişi gibi
1) iri görünüşlü; 2) sıradan olmayan, tanınmış, güçlü.
Yok devenin başı (pabucu veya nalı)
Tkz. çok abartılı bir söz karşısında kullanılan bir söz: iki saatte ağaç yetiştireceklermiş. -yok, devenin başı!
Pireyi deve yapmak
Önemsiz bir olayı büyütmek: ‘kafaları bu işe yatmazsa müşavir beylerle müdür beylerinizin, devlet kapısında pireyi deve yaparlar.’ -n. Hikmet.
(Bir şeyi) deve yapmak (etmek)
Başkasının malını kendine mal etmek: ‘onu soyup soğana çevirecek, babasından kalan evleri, dükkânları birtakım maceralar yüzünden deve yapacaktı.’ -o. C. Kaygılı. ‘allem ettiler kallem ettiler sonunda bizim eşeği deve ettiler.’ -halikarnas balıkçısı.