Göz ile ilgili deyimler hangileridir? İçinde ve anlamında göz kelimesi olan deyimler nelerdir? Açıklaması ve anlamlarıyla beraber deyimleri derledik. Secdem.net
Deyimler, bir dilin anlatım yollarını, o dili konuşan toplumun geçmişini, yaşam biçimini, geleneklerini ve çeşitli özelliklerini belirten önemli ipuçları sağlarlar.
Ayrıca deyimler, hem yazılarımıza hem de konuşmalarımıza derinlik katar. Anlattıklarımızı ilgi çekici hâle getirir. Çoğunlukla gerçek anlamından ayrı bir anlam taşıyan, en az iki sözcükten oluşan kalıplaşmış söz ya da sözcük grupları.eş.
Kimi deyimlerde, asıl anlamlarından tamamıyla sıyrılmazlar. Yerine göre asıl anlamından da alınabilir, daha başka bir anlama da gelebilir. Bunu cümle içindeki kullanılış şeklinden anlarız.
Deyim ve atasözlerini karıştırmayın ikiside farklıdır. Atasözleri, az sözcükle çok şey anlatan özlü sözlerdir. Anlattıkları denenmiş, doğruluğuna inanılmış düstur (genel kural, kaide) niteliğindedirler.
- Göz açamamak
Yoğun işler yüzünden bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak: ‘işkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum.’ -o. Kemal. - Göz açıp kapayıncaya kadar
Çok kısa bir sürede: ‘göz açıp kapayana kadar zafer büyüdü.’ -a. Kutlu. - Göz açtırmamak
Başka bir iş yapmasına vakit veya imkân vermemek. - Göz alabildiğine
1) gözün görebileceği en uzak yerlere kadar: ‘bu göz alabildiğine düzlük, sinsi bir bataklık gibidir.’ -a. Erhat. 2) çok geniş, engin bir biçimde. - Göz ardı etmek
Gereken önemi vermemek: ‘kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim.’ -a. Kulin. - Göz atmak
Kısa bir süre, fazla dikkat etmeden bakıvermek: ‘bir ara karşıdaki salaş birahanenin penceresine göz atıyorum.’ -a. Ümit. - Göz boyamak
Kandırmak, yanıltmak, gösterişle aldatmak: ‘yerine göre fakiri korur gibi görünür, gözleri boyar böylece.’ -k. Korcan. - Göz değmek
Uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşmek. - Göz dikmek
Bir şeyi ele geçirmek isteğine kapılmak: ‘bizim canımıza, malımıza hangi devlet göz dikmişti?’ -y. K. Karaosmanoğlu. - Göz doldurmak
Görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek: bu futbolcu antrenmanda göz doldurdu. - Göz doyurmak
Bir şey görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek. - Göz etmek
Gözle işaret etmek. - Göz gezdirmek
1) derinlemesine incelemeden okumak: ‘masanın üstünde bir başka gazete var. Biraz evvel ona göz gezdirdiğim zaman birbiri ardı sıra üç havadis görmüştüm.’ -r. N. Güntekin. 2) bir yeri, bir şeyi çabucak incelemek. - Göz göre göre
1) belli ve apaçık olarak, herkesin gözü önünde: ‘göz göre göre masumların kanına girmem için benden ferman almaya mı geldiniz.’ -n. F. Kısakürek. 2) olacağı bilindiği hâlde önlem alınmadan. - Göz göz olmak
Üzerinde birçok göz, delik oluşmak veya bulunmak: ‘yeter oldu bu sitemler yetişir / göz göz oldu kara bağrım tutuşur’ -halk türküsü. - Göz göze gelmek
Her iki tarafın bakışları karşılaşmak: ‘işte bu iki adam bir aralık göz göze geldiler.’ -i. H. Baltacıoğlu. - Göz (gözler) önüne sermek
Açıklamak, sergilemek, göstermek, tanıtmak: adı duyulmamış, şiiri bilinmeyen gençleri tutar, gözler önüne sererdi. - Göz gözü görmemek
Yoğun sis, duman, toz vb. sebeplerle hiçbir şey görülememek: ‘tezek dumanında göz gözü görmez.’ -n. Hikmet. - Göz (gözünün) kuyruğuyla bakmak
Göz ucuyla bakmak. - Göz (gözünün) önünde olmak
1) sürekli denetimi altında bulunmak; 2) unutmamak, olduğu gibi hatırlamak: ‘hızla açılan kapıdan içeri girişi, hayır girişi değil, atılışı hâlâ gözümün önündedir.’ -y. Z. Ortaç. 3) gündemde yer almak; 4) kolayca ulaşılabilecek bir yerde bulunmak. - Göz (gözünün) önüne serilmek
Görülmek, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmak: ‘istanbul’a bu yükseklikten bakılınca birden gözlerimizin önüne serilir.’ -a. Ş. Hisar. - Göz (gözünün) ucuyla bakmak
Fark ettirmeden gözlemek, belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak: ‘kadın, gözünün ucuyla erkeğe baktı.’ -y. K. Karaosmanoğlu. - Göz hapsine almak
Bakışlarını üzerinden ayırmamak, gözetlemek, hiçbir davranışını gözden kaçırmamak: ‘sözü sohbeti yerinde görünen birkaç erkeği haftalarca göz hapsine aldı.’ -r. N. Güntekin. - Göz kamaştırmak (almak)
1) kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak; 2) mec. bir niteliğiyle hayran bırakmak: ‘o sıralar avrupa’da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu.’ -n. Nadi. - Göz kaş süzmek
Dikkatle ve hissettirmeden bakışlarla kontrol altında tutmak: ‘anlamlı anlamlı birbirine işaretler yaparak, göz kaş süzerek emine’ye uzun uzun bakıyorlar.’ -r. H. Karay. - Göz kesilmek
Bütün dikkatiyle bakmak. - Göz kırpmadan
1) acımadan, merhamet etmeden; 2) duraksamadan, çekinmeden. - Göz kırpmak
1) göz kapağını kapayıp açmak: ‘hem gülüyor hem sık sık bana kaçamak bakışlarla bakıyor, muziplikle göz kırpıyor.’ -a. Ağaoğlu. 2) başkasına söylediklerinin doğru olmadığını işaretle anlatmak için, benimsediği kimseye bakarak gözünü kapayıp açmak: ‘iki sahilde pencerelerden damla damla taşan ışıklar güzel aydedeye göz kırpmakta yıldızlarla rekabet ediyor sanılır.’ -a. H. Müftüoğlu. - Göz kırpmamak
Uyumamak. - Göz koymak
Bir kimseyi veya bir şeyi ele geçirmeyi istemek: ‘kırkyılda bir nişanlı buldum, ona da sen mi göz koydun?’ -m. Ş. Esendal. - Göz kulak olmak
1) görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak; 2) mec. gözetmek, korumak, bakmak: ‘öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu.’ -a. İlhan. - Göz nuru dökmek
Fazla emek sarf etmek: ‘kızcağız göz nuru dökmüş, çok ince şeyler işlemiş.’ -h. Taner. - Göz önünde tutmak (bulundurmak)
Herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak, dikkate almak. - Göz önüne almak
Önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak: ‘1908’den önceki zemin ve zamanı göz önüne almalı.’ -y. K. Beyatlı. - Göz önüne getirmek
Zihinde canlandırmak, tasarlamak. - Göz süzmek
Baygın ve anlamlı bakmak: ‘göz süzüp boyun kırması, erkeği baştan çıkarmanın ilmini bilmesi fabrikaların tezgâh başlarında, soyunma odalarında konuşuldu.’ -l. Tekin. - Göz ucuyla görmek
Fark etmek: ‘benim için dualar okuduğunu göz ucuyla görebiliyordum.’ -a. Kulin. - Göz ucuyla süzmek
İyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak: ‘sokakta göz ucuyla süzdüğüm kadının bana ehemmiyet vermediğini görürsem hoşça bir latife söyleyiveririm.’ -r. N. Güntekin. - Göz yıldırmak
Gözünü korkutmak. - Göz yummak
1) görmezlikten gelmek, hoş görmek, bağışlamak: ‘kendi dillerine başka bir dilden en küçük bir şeyin karışmasına göz yumamazlar.’ -n. Uygur. 2) umudunu kesmek, umutsuzluğa düşmek. - Göz yummamak
1) uyumamak; 2) mec. hoş görmemek, bağışlamamak. - Gözaltına almak
Güvenlik kuvvetleri birini belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak. - Gözünün önüne gelmek
Hatırlamak: ‘mine’nin parçalanmış bedeni gözlerimin önüne geliyor.’ -a. Ümit. - Gözünün önüne gelmek
Bir şeyi zihinde canlandırmak, tasarlamak, hatırlamak: ‘doğduğum köydeki çocukluğum, istanbul’a gelişimiz, mektep, avrupa. Hep gözümün önüne geldi.’ -ö. Seyfettin. - Gözünün önünden gitmemek
Bir türlü unutamamak. - Gözünün önünden geçmek
Hatırlamak: ‘selma hanım’ın salonlarında gördüğü tipler birer birer gözünün önünden geçti.’ -y. K. Karaosmanoğlu. - Gözünün içine baka baka
Cesaret ve soğukkanlılıkla. - Gözünün çapağını silmeden
Sabahleyin uyanır uyanmaz. - Gözünün bebeği gibi sevmek
Çok sevmek. - Gözünü yummak
1) gözünü kapamak; 2) mec. ölmek: ‘atatürk, o zaman için çaresiz bir hastalıktan gözünü yumduğu sırada altmışına basmamıştı.’ -b. Felek. - Gözünü yıldırmak
Gözünü korkutmak: ‘hem de oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok para harcamak, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gözünü yıldırır.’ -n. Nâzım. - Gözünü üstünden ayırmamak
Sürekli denetim altında bulundurmak: ‘buna rağmen, bir şey yakalamak ümidiyle gözünü üstünden ayırmadığını hissediyordu.’ -r. N. Güntekin. - Gözünü toprak doyursun
Kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için söylenen bir ilenme sözü. - Gözünü seveyim
Tkz. birinden bir şey isteneceği zaman kullanılan söz. - Gözünü sevdiğim
Okşamalık olarak kullanılan bir söz. - Gözünü sevda (aşk) bürümek
Ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek, tamamen ona bağlanmak: ‘senin gözünü sevda bürümüş, bey, dedi. Sen bir izmir’e git de gönlünü eğle!’ -s. Ali. - Gözünü kin bürümek
İntikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek: ‘gözünü kin bürümüş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında yaşı da yakacak.’ -a. İlhan. - Gözünü karartmak
Bir işe atılırken hiçbir şeyden çekinmemek: ‘cesaret timsali değildi cemal ama üç büyük birayı devirdikten sonra, kendi gözünü karartabileceği gibi başkalarınınkini de morartabileceğinden hiç şüphesi yoktu.’ -e. Şafak. - Gözünü kapamak
1) ölmek: ‘fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış.’ -r. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek: ‘dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz.’ -n. Ataç. - Gözünü … hırsı bürümek
Bir şeyi aşırı ölçüde istemek: ‘insanın gözünü hırs, para hırsı bürümeye görsün!’ -s. F. Abasıyanık. - Gözünü hırs bürümek
Aşırı hırslanmak. - Gözünü gözüne dikmek
Başkasının gözüne sürekli olarak bakmak. - Gözünü (gözlerini) oymak
Çok kötülük etmek: ‘pembe teyzenin niyeti bozuk fakat babama göz atarsa gözünü oyacağımı dobra dobra söyledim.’ -h. E. Adıvar. - Gözünü (gözlerini) kırpmadan
Çekinmeden, korkusuzca: ‘bu yüzden gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyorlar.’ -a. Ümit. - Gözünü (gözlerini) kapamak
1) ölmek: ‘fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış.’ -r. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek: ‘dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz.’ -n. Ataç. - Gözünü (gözlerini) kan bürümek
Adam öldürecek kadar öfkelenmek. - Gözünü (gözlerini) duman bürümek
1) hayale dalmak, dalgınlaşmak: ‘gözlerini de bir duman bürüyor, başını yana çevirerek uzaklara bakıyordu.’ -r. N. Güntekin. 2) hüzünlenmek. - Gözünü (gözlerini) (bir şeye) dikmek
Dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak: ‘o sert bir tavır alıyor, gözlerini ali rıza bey’in gözlerine dikerek adamcağızı büsbütün şaşırtıyordu.’ -r. N. Güntekin. - Gözünü (gözlerini) açmak
1) uyanmak; 2) kendine gelmek, ayılmak: ‘eczacının yaptığı bir adrenalin iğnesinden sonra gözlerini açtı.’ -h. Taner. 3) uyanık, dikkatli bulunmak: ‘gözünü aç da kâğıdı kaptırma.’ -s. Ali. - Gözünü dört açmak
Aldanmamak için çok uyanık bulunmak: ‘hop diye giriyoruz, gözünüzü dört açın, tongaya basmayın.’ -h. Taner. - Gözünü doyurmak
Bol bol vermek. - Gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak)
Tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek: ‘gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan sakınmaz bir askermiş.’ -h. Taner. - Yüzüne gözüne bulaştırmak
Bir işi becerememek, bozmak: ‘onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım.’ -e. E. Talu. - Yüzü gözü açılmak
1) sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek; 2) toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak. - Yüz göz olmak
Biriyle gereksiz yere, aşırı derecede senli benli olmak. - Yüreği göz göz olmak
Dert, acı ve sıkıntıdan içi kabarmak, aşırı dertlenmek: ‘göz göz oldu yüreğim, gözlerinin derdinden’ -halk türküsü. - Yan gözle bakmak
1) yan bakmak; 2) belli etmeden, göz ucuyla bakmak: ‘genç bir jandarma zabiti, sert bir eda ile geçiyor, yan gözle bana bakıyordu.’ -r. N. Güntekin. - Uyku gözünden akmak
Çok uykusu gelmek: ‘yorgunsun, uyku gözlerinden akıyor.’ -a. Gündüz. - Turnayı gözünden vurmak
Umulmadık bir kazanç veya çıkar sağlama imkânı ele geçirmek: ‘ne talih varmış bunakta. Turnayı gözünden vurdu, dedi.’ -r. N. Güntekin. - Toprak doyursun gözünü
Gözünü toprak doyursun. - Şöyle bir bakmak (göz atmak)
Kısaca bakmak. - Sağ gözünü sol gözünden sakınmak
Çok kıskanç olmak. - Pireyi gözünden vurmak
Keskin bir nişancı olmak: ‘hem o kadar nişancıdır ki pireyi gözünden vurur.’ -h. R. Gürpınar. - Ölümü göze almak
Elde etmek istediği sonuç uğruna ölüm de dâhil her türlü tehlikeye açık olmak: ‘daha istanbul’da iken buna ahdetmiş, bu yolda ölümü göze alarak anadolu’ya çıkmıştı.’ -e. C. Güney. - Ölü gözünden yaş ummak
Hiç olmayacak yerden, mümkün olmayan durumda yardım veya destek beklemek. - Ölü gözü kadar
Çok az: ‘üç yıldır bizim oralarda kuraklık var. Hele bu yıl ölü gözü kadar rahmet görmedik.’ -r. N. Güntekin. - Ölü gözü gibi
Sönük, fersiz (ışık). - Ne gözle bakmak
1) inancını belirtir biçimde bakmak; 2) değerlendirmek. - Muradı gözünde kalmak
Emeline ulaşamamak: ‘kabrimin baş taşına yazsınlar / muradı gözünde kalan bu diye’ -âşık ali izzet. - Maymun gözünü açtı
Geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz. - Kötü gözle bakmak
1) bir kimse için iyi olmayan düşünceler beslemek, bunu belli edercesine bakmak: ‘tiyatroda kimse kimseye kötü gözle bakamaz.’ -s. F. Abasıyanık. 2) cinsel duygu ile bakmak: ‘ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım?’ -o. V. Kanık. - Kör kör parmağım gözüne
‘çok belli, göze batacak kadar ortada’ anlamında kullanılan bir söz: ‘orada da bazı kimseler sanat denince ille kuru, basit, yalın kat, kör kör parmağım gözüne bir üslubu anlıyorlar.’ -h. Taner. - Kem gözle bakmak
1) kötü niyetle bakmak; 2) nazar değdiren bir bakışla bakmak: ‘eh yakışıklı da delikanlı. Bir tanesi kem gözle baktıysa tamam.’ -h. Taner. - Kaşla göz arasında
Kimsenin sezmesine imkân vermeyecek kadar kısa bir zaman içinde, çok çabuk: ‘kuzum, kaşla göz arasında ne zaman geldin ve ne zaman kaybettin paranı?’ -n. F. Kısakürek. - Kaşının altında gözün var dememek
Gözünün üstünde kaşın var dememek. - Kaşını gözünü eğmek
Kızgın bir durumdayken kaş çatmak. - Kaşıkla yedirip sapıyla (gözünü) çıkartmak
Yaptığı bir iyiliği hiçe indirecek kötülükte bulunmak. - Kaş yapayım derken (yaparken) göz çıkartmak (çıkarmak)
İşi düzelteyim derken büsbütün bozmak. - Kaş göz işareti yapmak
Kaş ve gözle bir şeyler anlatmak, dikkat çekmek: ‘murat bey konuşurken bana kaş göz işaretleri yapıyor, bir yandan da kahkahalarla gülüyor.’ -r. N. Güntekin. - Kaş göz etmek
Kaş ve göz işaretleriyle bir şey anlatmaya çalışmak. - Karanlıkta göz kırpmak
Bir şeyi anlatmak isterken karşısındakinin anlayamayacağı bir işarette bulunmak veya bir söz söylemek. - Kafa göz yarmak
Beceriksizlik göstermek. - İyi gözle bakmamak
Hakkında iyi düşünmemek. - İki gözü iki çeşme ağlamak
Sürekli veya çok ağlamak: ‘sen gittin de aylarca yas tuttu, iki gözü iki çeşme ağladı.’ -y. Kemal. - İki gözü iki çeşme
1) sürekli ağlar durumda: ‘biçare kadın iki gözü iki çeşme anlatmış bunları.’ -e. Şafak. 2) sürekli ağlayan. - Hayata gözlerini yummak (kapamak)
Ölmek. - Havanın gözü yaşlı
‘nerede ise yağmur yağacak’ anlamında kullanılan bir söz. - Gözyaşına boğulmak
Çok ağlamak: ‘kapının ağzında duran kız kardeşim, hayret dolu bakışlarını anneme çevirdikten sonra gözyaşlarına boğularak evden çıktı.’ -e. Şafak. - Gözüyle (gözleriyle) tartmak
Kim ve ne olduğunu anlamak için dikkatle bakmak: ‘beni gözleriyle tartarak önümden geçti, sonra geri döndü geldi, oturmakta olduğun tahta sıranın ucuna ilişti.’ -o. Kemal. - Gözüyle görmek
Bir olaya tanık olmak. - Gözünün önünü görmemek
Sisten, pustan dolayı etrafını görememek.